Bilgi Üniversitesi’nde 32. Gün
Son yazılarımın birinde, birtakım aydınların özellikle üniversitelerde, provokasyona değil amma motivasyona başladıklarını söylemiştim. 28 Şubat Perşembe akşamı, Bilgi üniversitesi’nde tek taraflı kamuoyu oluşturmanın somut bir örneğini gördük.
Sayın M. Ali Birand, konuşmacı olarak, Prof. Coşkun özdemir’i, Sosyolog Canan Barlas’ı, yazar Can Ataklı’yı, ve sayın Nazlı Ilıcak’ı çağırmıştı.
Programın konusu (onlar ısrarla türban deseler de) “Başörtülüler üniversitelere alınsın mı, alınmasın mı?” idi.
Başörtüsüne İslâm’ın simgesi diyorlardı. Konuşmacıların hepsi Müslümandı ama, aralarında Yüce İslâm’ı savunabilecek kimse yoktu. Bu tutum, fikir ve inanç özgürlüğüne ambargo koymak ve yargısız infaz yapmak değil de neydi? (Bilerek ya da bilmeyerek) Şeriat bahanesi ile İslâm’a dil uzatılıyor, inançlı kitlelerin, tarikatların ve cemaatlerin Türkiye’yi İran’a benzetmek istediği söyleniyordu. Fethullah Gülen Hocaefendi’ye ve benzeri bazı saygın kişilere alenen ve ismen iftira atılıyordu. Karşılarına çıkıp da, bu yalan ve iftiralara gümbür gümbür cevap verecek birisi orada yoktu.
Sadece bir genç “28 Şubat, Millî Görüş’e karşı yapılmıştır” diyebildi. O da Aczimendiler olayının Müslümanları kötü duruma düşürmek için yapılmış olan bilinçli bir provokasyon olduğunu söyledi. O olaylar sırasındaki bazı Müslümanların düştükleri gaflete o da düştü. Kur’an-ı Azimüşşan’da; “Bütün mü’minler kardeştir” buyuruluyor. Ancak bu âyet-i kerimenin sırrına bir türlü erişilemiyor. Her tarikat ve cemaat, kendilerinden olanı kardeş biliyor. Ve hepsi Fırka-i Naciye’den olduklarını söylüyorlar. Elbette ki inşallah öyledirler. Ancak sıra haksızlığa ve zulme uğrayan kardeşlerini aslanlar gibi savunmaya gelince, Cilveli Naciye kadar bile cesûr olamıyorlar. Kardeşlik bu mudur? Allah’tan korkan, kimseden korkmaz. Bizim kardeşliğimiz maalesef Habil ile Kabil’in kardeşliğine dönmüş.
Mahkeme safhasında, Müslüm Gündüz Efendi, eğilmedi, bükülmedi, yalvarmadı, yakarmadı. Mukaddesat düşmanı medya karşısında küçülmedi, zillete düşmedi.
Sarsılmaz îmana sahip bir Müslüman olarak savunma yaptı. Sonunda, o kadar köpürtülüp büyütülen olaydan beraat etti. Sadece “Lâiklik bir dindir” sözünden hüküm giydi. (Ki o söz de bana aitti.) Bana zarar gelmesin diye cezalanmayı göze aldı. Cezasını yatıp çıktı. Ben şahsen onun dürüstlüğüne ve takvasına hayranım. Beni öyle bir insanla dost ettiği için de Rabbime şükrediyorum. Burada bir hatıramı anlatmak istiyorum.
Bir televizyonun, “Yasemin’in Penceresi” programına çıkmıştık. Canlı yayındaydık, Takım taklavat uzmanı konuşmacılar vardı. Travestilerin lîderi Okşan’dan küpeli bir nonoşa kadar bir sürü insan... Haydar Dümen de yanımda oturuyordu. önce rahmetli Zeki Müren’e dil uzattı. Onun homoseksüel olduğunu söylemeye çalışıyordu.
Derhal engel oldum. çok da sert konuştum. Allah’ın bir ismi de Settar’dır. Bu, günahları örten demektir. Biz kim oluyorduk ki, başkalarının hata, kusur ve günahlarını ortaya dökebilelim? Haydar Dümen, sözü Müslüm Gündüz Efendiye getirdi. O dönemde VAKİT dışında bütün medya Aczimendilere verip veriştiriyordu. Sayın Dümen, benim o şamatacılardan korkarak diğer bazı Müslümanlar gibi mü’min kardeşlerime dil uzatanlara karşı çıkmayacağımı sanıyordu.
Bu defa kendisine daha sert çıkıştım:
“Müslüm Gündüz Efendi Müslüman olmasaydı, sizler ve malûm medyanız onu paparaziler kralı yapardınız.” dedim.
Sayın Dümen, baktı ki o programda kendisine şunu bunu karalama fırsatı vermeyeceğim. Plağı değiştirdi. Milliyetçilikten dem vurmaya başladı.
Her şeye rağmen 32. Gün programında, muhterem Erbakan’a hakaret edilirken, Millî Görüş’ü savunan o yiğit (fakat bazı gerçekleri maalesef bilmeyen) genç kardeşimin gözlerinden öpüyorum. Hangi ahkâm ve şerait altında olursa olsun (bu sözler Mustafa Kemal’e aittir) şuurlu bir Müslüman, mü’min kardeşlerine laf söylemez ve söyletmez. Allah’ın eli cemaat üzerindedir. Milletçe kucaklaşmalıyız. Hayır birliktedir. Yarın da devam edeceğiz inşallah...
Selâm, sevgi, saygı ve dualarımla...