İthal medeniyetin ekonomi politiği...
Bu topraklara özel bir ekonomi-politik yazma davası, İkinci Meşrutiyet dönemine kadar gider...
İthal bir medeniyet merkezinde, aslında hiç olmamış sınıflar, yaşanmamış devrimler ve devlet eliyle araya sıkıştırılan bir burjuvazi hikâye edilir...
Oldukça yüzeyseldir ve aslında damarlarına kapitalizm serumu bağlanmış çoğunluğu Müslüman olan bir toplumun acıklı hikâyesidir...
Kısaca batılılaşma macerasıdır...
Son yüz elli yıldaki zararı da telafi edilemeyecek kadar büyüktür...
Çökertilen Osmanlı devleti ile birlikte son İslam ekonomisini çalıştıran muazzam birikimli bir maliye bürokrasisi de yitip gitmiştir...
Lafı son günlerde yaşanan ilginç bir tartışmaya getirmek için uzattım...
İslami kesimde öne çıkan birtakım zevat, birbirlerini “gizli marksist” ya da “abdestli kapitalist” olmakla suçluyorlar...
Aslında yaptıkları şey, kapitalist veya marksist ekonomi-politikler ile “köklerini sorgulayan devrimci duruşlarını” ya da “lüks tüketime hortumla para sıkan servetlerini” İslam dairesi içinde meşrulaştırmak gayretinden öteye gitmiyor...
İthal medeniyetin beraberinde getirdiği sınıf mücadelesi hastalıklarını, İslam zaviyesinden ele almak ve ekonomi politikleştirmek davası bizim entelektüellere, Abdurrahim Karakoç ustanın şiirindeki mısra ile “Yaş tezeğe sinek konmuş; Bal üstüne türkü söyler..” durumu yaşatıyor...
Hâlbuki kaideler ne kadar da berraktır... İslam ekonomisi, üretimde mülkiyeti esas alır... Yani herkes kazandığına sahiptir... Tüketime gelince dinin bütünlüğünün bir parçası olan sistem, paylaşmayı öne çıkarır... Yandaki mahallede fakir çocuklar aş bulamadan yatağa girerken, milyonlarca liralık villalarda oturulmaz, markalara para harcanmaz ve yüz binlerce liralık jiplere de binilmez...
Çünkü kapitalistlerin sermaye birikimlerinin kaynağındaki kan, sömürü, gasp ve katliamlardan beslenmemiş olan meşru zenginlikler, İslam toplumlarında kendiliğinden bir fonksiyon icra ederler...
Yani toplumda aç ve perişan kimse kalmaz... Toplumun yetişemediği yerde devlet devreye girer... Öyle Marksist ideolojiden araklanmış fikirlerle, “ezilen halklar” edebiyatı yapılacak zeminler de bulunmaz...
İslam ekonomisinde devlet için bile ölçüler ve sınırlar vardır...
Karşılıksız para basamaz, spekülasyona müsaade edemez, özel bir durum olmadıkça ki o da geçici olmak kaydıyla vergileri arttıramaz, kredi piyasalarına izin veremez, üretilmesi ve satılması dinen yasak olmayan mallar için gümrük uygulayamaz... İslam coğrafyasında stratejik şehirler ve bölgeler haricinde vize uygulaması yapamaz, serbest dolaşımı engelleyemez...
Emeğin veya her türlü malın fiyatını özel durumlar haricinde belirleyemez...
Teşebbüs hürriyeti ise inanılmazdır... Dinen serbest olan bir malın veya hizmetin üretimi satışı ve nakli için devletten izin dahi alınmaz...
Her halükarda İslam ekonomisinde devletin piyasalara müdahale hakkı çok sınırlıdır ve ancak savaş, istila, kıtlık salgın hastalık gibi olağanüstü durumlarda geçici olmak kaydıyla mevcuttur...
Bunlar artık yok!
Hal böyle iken, ithal medeniyetin ideolojilerine yaslanıp, kendi politik duruşuna özel İslami koordinat çıkarmak da abesle iştigal oluyor...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.