Operasyon, Amerika vs.

Operasyon, Amerika vs.

Türkiye’de bilir bilmez her konuda ahkâm kesmek, özellikle medyamızda bir türlü eskimeyen bir moda halinde varlığını sürdürüyor.
“Sınır ötesi askeri operasyon” gibi son derece özel istihbaratlar, bilgiler, deneyimler ve duyarlılıklar gerektiren kritik bir alan dahi, bu baş döndürücü modanın meftunlarını dizginleyemiyor.
Belki hayatında, kar üzerinde 1 km. yürümek şeklindeki sıradan bir deneyimden bile yoksun kimseler, ellerine kalemi aldı mı, ya da karşılarında bir kamera gördü mü, başlıyorlar operasyon başlatmaya, operasyon yapmaya, operasyon yönetmeye, operasyonu bitirmenin erken ya da geç olduğu hususunda toplumu aydınlatmaya...
Kuşkusuz sadece operasyonun erken ya da geç bitirilmiş olduğu veya belirlenen hedeflere ulaşılmış ya da ulaşılmamış olduğunu anlatmakla da yetinmiyor, operasyonun hangi saiklerle bitirilmiş olduğu noktasında da birçok iddia ortaya atıyorlar.
Bu hâl ve tavırlar sadece bir işgüzarlık, malumatfuruşluk veya zevzeklik olarak kalsa neyse; ancak yorumlara dikkatle baktığınızda, esas amacın, ülkenin ali çıkarlarından ziyade, iç siyasete dönük birtakım bildik mülâhazaların uzantısı niteliğinde olduğunu görüyorsunuz.
Daha kestirmeden söylersek, birçoğunun amacı, bu operasyon vesilesiyle hükümeti yıpratmak, eğer mümkünse kurumlar arasında gerilim alanları çıkarmaya çalışmak.
Bu noktada operasyonun bitirilmiş olmasını “yanlış” bulduklarını belirtmek sadetinde, “Maalesef operasyon erken bitirildiği için beklenen hedeflere ulaşılamamıştır” dedikten sonra bunun neden böyle olduğunu da “çünkü ABD izin vermedi. Siyasi hükümet de buna boyun eğdi. Askere kalsa operasyon için bölgede daha epey bir süre kalırdı, ama hükümet, operasyonun siyasi boyutunu iyi yönetemedi” şeklinde izah ediyorlar.
Kuşkusuz, operasyonun bitirilmesinin gereklilik olup olmadığı noktasında bir şey söyleyecek durumda değilim.
çünkü ne bu işin uzmanıyım, ne de elimde devletin iç ve dış istihbaratları var.
Ancak belli bir kesimin, önce meseleyi ısrarla “ABD istediği için çekildik” noktasına getirip, sonra da “bağımsızlıkçı” söylemlerde bulunması karşısında insan acı acı gülümsüyor gayri ihtiyari.
Sanki bu ülke, bu tür özel pozisyonları, hâlâ bölgenin işgalcisi konumundaki ABD’den tamamen bağımsız şekilde ele almanın rasyonel şartlarına sahipmiş gibi.
Sanki iktidarda AK Parti değil de CHP olsa, Türkiye sınır ötesinde canının istediği operasyonu, canının istediği şekilde yapabilecekmiş gibi.
Elbette Türkiye’nin real politiğe mahkûm olmuş, bölgesinde sadece edilgen ve bağımsız hareket kabiliyeti hayli zayıf bir ülke olmasını kimse, hiçbir şekilde istemez ve savunamaz, ama birçok konu gibi bağımsızlık söylemini de ilke ve tutarlılıktan yoksun, salt bir iç politika malzemesi olarak kullanmaya çalışmak, inandırıcı olmuyor tabiî.
Türkiye’nin öncelikle kendi bölgesinde ayaklarını yere sağlam basması gerektiğinden hareketle, İslâm ve Türk dünyasıyla çok daha nitelikli ilişkiler kurması gerektiği yolundaki yaklaşımları ve zaman zaman az da olsa kristalize edilmeye çalışılan D-8 misali birtakım çabaları, her zaman “Batı'dan koparılmak isteniyoruz. Ortadoğu ülkesine döndürülüyoruz. Yüzümüzü uygar Batı'ya çevirmeliyiz..” türünden söylemlerle mahkûm edip menfur göstermeye çalışan çevreler, kendileri açısından yeri geldiğinde ise (sırf siyasi gerekçelerle) Batı'ya karşı bağımsızlıkçı ve anti emperyalist bir tutum içindelermiş gibi bir hava sergilemeye kalkıyorlar.
Bir anlamda Türkiye’nin uluslararası ilişkilerini iktidarda kimin bulunduğuna bakarak değerlendirmeyi ve yorumlamayı tercih ediyorlar.
Yakın dönemden bir örnek verelim:
Hatırlarsınız; ABD 11 Eylül olaylarını bahane ederek, “Ellerinde teröre destek verildiği yolunda çok önemli kanıtlar bulunduğunu” ileri sürüp önce Afganistan’a, ardından da Irak’a saldırı için düğmeye basmıştı.
O günlerde ABD medyası için dahi inandırıcı bulunmayan ve sonradan uydurma olduğu ortaya çıkan birtakım kanıtlar tedavüle çıkarılmıştı.
O zamanın Türkiye Başbakanı olan ve haşhaş meselesinde ABD’ye nasıl kafa tuttuğu övüle övüle bitirilemeyen Ecevit, ABD’nin kanıtlarıyla ilgili bir soruya, Türkiye Başbakanı sıfatıyla şu cevabı vermişti:
“Amerika ikna olmuşsa, biz de ikna olmuşuz demektir.”
Bugün “ABD istedi diye operasyon bitirildi” türünden eleştirilerle bağımsızlıkçılık gösterisine soyunan aynı çevreler, o günlerde ağızlarını dahi açmamışlardı.
Elbette Türkiye, sadece real politiğe saplanmış güdük bir ülke değil, tarihi geçmişine ve birikimine yaraşır şekilde enternasyonal dengelerin belirlenmesinde gözünün içine bakılan, bağımsızlığı otarşizme dönüştürmemiş, başat bir aktör olmalıdır.
Bunun siyasi, tarihi, kültürel ve sosyolojik altyapısı vardır.
Yeter ki; kısır iç politik kavgalarla dinamizm ve enerjisini berhava etmesin.
Yeter ki; bağımsızlığı, iç politikada istismar edilen bir enstrüman olmaktan çıkaralım.
Yeter ki; birazcık tutarlı ve ilkeli olalım.
--------
münaşaka
İran’da bir hâkim cimri kocaya, “karısına 124 bin gül alma” cezası vermiş.
Bir de, “zorla güzellik olmaz” derler.
Oluyormuş işte!..
--------
sözünözü
öyle büyük ve boş laflar vardır ki; içinde bir millet esirdir.
(S. Lec)


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi