Ölü fikirler mezarlığı...
“Malumları, aşırı dinci gruplar tarafından İstanbul-Fatih’te meydana gelen olaylarda çok sayıda bina ve işyeri tahrip edilmiş, otuzun üzerinde insan hayatını kaybetmiş, kentte pek çok mağaza ve ev yağmalanmıştır. Bu olaylar üzerine vatandaşlarımız, orduya ait kışla ve jandarma karakollarına sığınmış ve sokağa çıkamaz hale gelmiştir...”
Böyle bir mazerete dayanıp şu ifadeler kullanılabilir mi?
“TBMM’de yeterli üye sayısına ulaşılmadığı için sıkıyönetim kararı onaylanmamış, ancak 2941 sayılı seferberlik ve savaş hali kanunun 12. Maddesine göre sıkıyönetim ilan edildiği farz ve kabul edilmiştir...”
Daha da teferruatına girmeye lüzum yok...
Cebri ameliyata karar vermiş bir doktorun, röntgen filmine rötuş atmasına benziyor...
Balyoz planındaki rahatsız edici her şeyle birlikte, standartlarımızı daha fazla sorgulamak zorunda kalıyoruz...
Demokratik rejimlerde, “kurgulanmış” dış tehditlere dayanarak iç siyaset mühendisliğine soyunmak, güvenlik bürokrasisinin görevleri arasında bulunmaz...
Aksini iddia etmek, hukuk dışında bırakılmış alanlarda tekrarlanan bir sistem arızası olduğunu tasdik anlamına gelecektir...
Bu arızanın büyüklüğü de, ortaya çıkarılan planların sıklıkları ile hacimleşen bir durumdur...
Balyoz’u daha da ilginç kılan şey, şüphesiz ekonomi ile alakalı tarafıdır...
28 Şubat döneminin sonuçlarına bağlı olarak, ekonomide yaşanan suni krizler ve özellikle bankacılık sektöründeki rezaletler unutulmadı...
Medyaya yansıdığı kadarıyla, Balyoz harekât planının tehdit kapsamına aldığı Türk ve yabancı uyruklu şahısların ve şirketlerin banka hesaplarına ve menkul kıymetler borsasındaki işlemlerine el konulacakmış...
Eğer gerçekten bu şekilde ise üzerine ne denilebilir ki?
El konulan ve işlemleri emir komuta zinciri ile ayarlanan bir borsa, yeniden açıldığında herhalde sebze meyve halinden başka bir şeye dönüşmezdi...
İşin daha da tuhaf yanı, el konulması planlanan banka hesaplarının nakit olduğu zannıdır... Hâlbuki bu paraların çoğu, kasalarda deste halinde duran dövizden ziyade, karşılıkları yurtdışında bulunan ve uluslararası finans yazılımları içinde dolaşan dijital sayılardan ibarettir...
Bilgisayarlara el koymakla dışarıdan torbayla para gelmeyeceği gibi, dokunulması halinde Türkiye’nin yurtdışındaki bütün varlıklarına anında tedbir konulurdu...
Daha önce özelleştirilen kamu iktisadi teşekküllerinin ve stratejik öneme sahip işletmelerin devletleştirilmesi veya iç ve dış borçların dondurulup faizlerinin silinmesi, keyifli kahvehane mevzulardır ama icrası mümkün şeyler de değildir...
Mürteci sermaye damgası vurulan 50 milyar doların peşinde sürek avı yapılması veya faizsiz işlem yapan katılım bankalarının tasfiye edilmesi de ancak ekonomideki çöküşü hızlandırırdı...
İlk haftasında ekonomi fişi çekilmiş bir bilgisayara döner, para politikaları çöker, resmi kurlar ve karaborsa arasında uçurumlar oluşurdu...
Tüm dış ticaret işlemleri dondurulur, kısa süre içinde beş kuruşluk ithalat yapmak bile mümkün olmazdı...
Kaçakçılık ve karaborsa hortlar, ithalat duracağından sanayi tıkanır, hammadde, mamul, araç, yedek parça piyasadan çekilirdi... Petrol ve doğalgaz ithalatı hızla daralır, elektrik üretimi yarı yarıya düşerdi...
İşsizlik ve milli gelir üzerinden muhtemel tahribat listesini uzatmak mümkün ama bir o kadar da anlamsızdır...
Gerçi planın ana hedefinin, 1923 zindeliğine geri dönmek olduğu söyleniyor...
Siyasi tarafını bilemem ama iktisaden bu maksada en fazla üç ay içinde ulaşılırdı...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.