Din dersleri ve uyarına göre laiklik

Din dersleri ve uyarına göre laiklik

Tiyatromuzun ünlü isimlerinden rahmetli Muammer Karaca bir oyununda, “Bu kış komünizm gelecek” diye ürpertiler geçiren birini şöyle teselli etmişti:
“Ne korkuyorsun ki! Bırak gelsin. Biz nasıl demokrasiyi kendimize benzettiysek komünizmi de kendimize benzetiriz!”
Şu bitip tükenmeyen laiklik ve din eğitimi tartışmalarına baktığımızda, rahmetliyi hatırlamamak mümkün değil.
“Bizim özel şartlarımız var” gerekçesiyle nasıl nevi şahsına münhasır; muhtıralarla, darbelerle atbaşı giden bir yerli malı demokrasi icat etmişsek, “Dini kontrol altına almak” gerekçesiyle de başka ülkelerde benzerine rastlanmayacak bir laiklik uygulamasını benimsemiş, yuvarlanıp gidiyoruz.
Demokrasi gibi laikliği de hayli “benzetmişiz” yani.
Bir yandan laiklikte devletle dinin arasının ayrılmasından söz edilerek devlet din eğitimi veremez deniliyor, bir yandan da halkın kendi dinini kendisinin öğrenmesi, yani din eğitiminin halka bırakılması istenmiyor.
Bir yandan okullardaki din dersleri laikliğe aykırı bulunuyor, bir yandan da din eğitimimin devletin gözetim ve denetimi altında yapılması yolundaki yasal uygulama yine laiklik adına savunulabiliyor.
Laik bir devlette Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun varlığı desen daha ayrı bir tartışma ve sorun alanı.
Benzerine 19. yüzyılda bile rastlanmayacak özel bir pozitivizmi topluma “gömlek biçme makası” olarak kullanmayı pek seven kimilerine göre, belki de din eğitimi konusundaki en ideal çözüm, “Bu işi ne devletin ne de halkın üstlenmesi” ama takdir ederler ki bunun da reel bir karşılığı yok toplum hayatında.
Peki tüm bu ahval ve şerait içinde din eğitimi konusunda nasıl bir yol izlenmeli?
öncelikle bir tespitte bulunalım:
Haddi zatında ülkemizde “zorunlu din eğitimi” diye bir şey, yasal açıdan söz konusu değil.
Zira din eğitimi anayasada “zorunlu” değil “ihtiyari” bir olgu olarak ele alınmıştır.
Anayasa’nın 24 maddesinde bu hususta şöyle denilmektedir:
“Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır.”
Dinin -kültürel düzeyde dahi olsa- her türlü öğretilmesinden rahatsızlık duyan çevreler, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersi”ni ısrarla “Din eğitimi” gibi görmeye ve göstermeye çalışmaktadır.
Peki bu dersin öğretiliş biçimi açısından yaşanan sorunlar yok mu? Elbette var.
Dersin içeriği yeniden ele alınabilir. Dersi vereceklerin uzman kişiler olması noktasında yeni adımlar atılabilir.
Birtakım inanç ve felsefi düşüncelere yeterince yer verilmediği noktasındaki itirazlar mutlaka dikkate alınmalıdır.
Ancak…
Bu dersin hepten kaldırılmasını istemenin ya da öğrencinin arzusuna bırakmanın ne akılla, ne bilimle izahı mümkündür.
Din tarihten bugüne toplumların en büyük gerçekliği değil mi?
Bir insan inanır veya inanmaz, bu elbette kendi bileceği bir iştir, kendi tercihidir; ancak bir insanın içinde yaşadığı toplumun inançlarıyla ilgili bilgi sahibi olmadan yetişmesini savunmak hangi akla ve mantığa sığar?
Bu ülkenin çocukları Sosyal Bilgiler okuyacak, Coğrafya okuyacak ancak din kültürü adına hiçbir şey bilmeyecek!
Bugün Avrupa’nın neredeyse yarıya yakını Hıristiyanlığın inanç temellerini reddetmektedir. Ateistlik ve deistlik, Papa’nın sık sık uyarılarına konu olacak bir boyut ve yoğunluğa erişmiştir.
Ancak buna rağmen, hangi batı ülkesinde Hıristiyanlığa dair bir şey bilmeden aydın olmak, gazeteci olmak, sanatçı olmak, ilim ve irfan sahibi sayılmak mümkündür?
Bu ülkenin çocukları, nasıl olur da sırf genel kültür düzeyinde bir din dersi almaktan bile mahrum bırakılabilir?
öğrenci psikolojisini herkes bilir; bir dersi seçmeli yapmak, o dersi hiç koymamakla eşanlamlıdır.
Kendi toplumunun inanç ve kültür temellerini bilmeyen bir çocuk, ileride hangi mesleği yaparsa yapsın, başarılı ve mutlu olabilir mi?
Böyle bir garabet, kimi zaman laiklik, kimi zaman da liberallik adına, sadece bu ülkede savunulabiliyor.
öyle olduğu içindir ki, Nobel ödülü almış Orhan Pamuk gibi bir yazarımız bile, romanında tekbir getirmekle şehadet getirmek arasındaki farkı bilmediği için ölmek üzere olana tekbir getirtmeye çalışıyor ve komik duruma düşüyor.
Hıristiyanlık hakkında benzer bir yanlışı, herhangi bir batılı romancı yapsa -isterse ateist olduğunu söylesin- o adamı cehaletinin görkeminden dolayı tefe koyarlar.
ülkesinin ve toplumunun inanç ve gelenekleri konusunda cahil olanlar, dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde, bırakın entelektüel olmayı, sıradan bir kültür adamı bile sayılmazlar.
Dolayısıyla;
“Okullarda din dersi olmasın” demek, “tarih, coğrafya vs olmasın” demekle aynı şeydir.
Bu da laiklik falan değil, ideolojik saplantı ya da akıl tutulmasıdır!..

münaşaka
Pentagon “Saddam ile El Kaide arasında hiçbir bağ bulunamadığını” açıklamış.
önemli değil.
İşgal ile petrol arasındaki bağ devam ediyor nasılsa!..

sözünözü
Din, hem insanın hiç bitmeyen bir özelliği, hem de insanlık tarihine hakim olan en büyük güçtür. (B. Costant)


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi