Hesap vermeye alışmak
Ergenekon ve Balyoz başta olmak üzere, gündemdeki darbe planlarına ilişkin olarak yürütülen soruşturmalar, devam eden ve yenileri açılan dâvâlar, odağında askerle yargının yer aldığı inişli çıkışlı bir seyir takip ediyor.
Birbiriyle bağlantılı olarak açılan Ergenekon dâvâları sürerken, tahliyeler de sessiz sedasız devam ediyor ve serbest kalanların çoğu asker.
Gözaltına alınan, sorgulanıp ifadeleri alınan ve bazıları tutuklanıp kısa sürelerle içeride tutulan “or”dan emekli generallerin hepsi dışarıda.
Ergenekon savcılarını değiştirme girişimleri şimdiye kadar sonuç vermedi; ama bundan sonraki arama-gözaltı işlemleri, evvelce telefonları dinlemeye alınmış başsavcının onayı şartına bağlandı. Buna dair talimatın medyada yer alması üzerine de “Kim sızdırdı?” soruşturması açıldı.
Ergenekon’un Erzincan ayağı olarak görülen cenahtaki gelişmeler de daha ilginç hale geliyor.
Başsavcı tutuklandıktan sonra HSYK, soruşturmayı yürüten Erzurum savcılarının yetkisini alıp, yerlerine yenilerini tayin etti. Bu arada dosya İstanbul’daki Ergenekon savcılarına gelip gitti. İstanbul, “yetkisizlik” kararıyla dosyayı Erzurum’a geri gönderdi. Ve yeni atanan savcılardan birinin imzasıyla sunulan iddianame, mahkemeye intikal ettikten üç gün sonra kabul edildi.
Ve başsavcının tutukluluğuna yapılan üçüncü itiraz da aynı mahkeme tarafından reddedildi.
Bundan sonra sürecin akışını değiştirecek yeni bir müdahale olmazsa, başsavcı kendi görevine dair hususlar için Yargıtay’da, iddia konusu “terör örgütü” ile bağlantıları konusunda da Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanacak.
İddianamede en çok dikkat çeken noktalardan biri, evvelce defaatle çağrıldığı halde ifade vermeyen 3. Ordu Komutanı Org. Berk’e, iddianamede “bir numaralı sanık” olarak yer verilmesi.
Muvazzaf bir ordu komutanının, terör örgütü yöneticisi olma ithamıyla yargılanması da bir ilk.
Berk’in, hakkındaki ağır suçlamalara rağmen o görevde bulunmaya devam etmesi de, izahı zor bir durum. Aynı gariplik, faili meçhul cinayetler dâvâsında—üstelik tutuklu olarak—yargılanan Albay Cemil Temizöz’ün durumunda da geçerli.
Keza “irtica ile mücadele eylem planı”ndaki ıslak imzası Jandarma Kriminal Dairesince de doğrulandıktan sonra Genelkurmay Askerî Savcılığı tarafından tutuklanması istenen, ama askerî mahkemenin buna gerek görmeyip talebi reddettiği Albay Dursun Çiçek’in vaziyeti de bu.
Tutuklama talebi için verilen bu red kararının gerekçelerinden biri, Çiçek’in Genelkurmay karargâhındaki görevini halen sürdürüyor olması.
Daha önce Çiçek imzalı belge için “kâğıt parçası” deyip, askerî savcılığın takipsizlik kararına vurgu yapan, ama yeni bir belge ortaya çıkar ve aksi yönde bir gelişme olursa bu kararın değişebileceğini belirterek açık kapı bırakan Genelkurmay’ın geldiği nokta, hayli geç de olsa olumlu.
Ama burada da çelişki var. Çelişkinin kaynağı ise tutuklanması istenen kişinin görevde olması.
Elbette ki, masumiyet karinesi gereğince, suç mahkeme kararıyla sabit oluncaya kadar, yargılanan kişi “suçlu” sayılamaz. Ama bu, hakkında ciddî iddialar söz konusu olan kişinin, hiçbir şey yokmuş gibi görevine devam etmesine de imkân vermez. Nitekim sivil bürokrasideki kural, hakkında şu veya bu sebeple soruşturma açılan kişinin, netice ortaya çıkıncaya kadar açığa alınması. Peki, bu prensip askeriyede neden işletilmiyor?
Berk, Çiçek ve Temizöz örnekleri, TSK’nın yeni sürece farklı yöntemlerle de olsa direndiğine mi, yoksa intibak zorluğu çektiğine mi işaret?
Belirtiler, daha ziyade ikinci şıkkın geçerli olduğunu düşündürüyor. Dediğim dedikçi, “Ben yaptım, oldu” esasına dayalı, hep buyurgan ve hesap sorucu konumda bulunmuş, dolayısıyla hesap vermeye hazır ve alışık olmayan bir anlayış ve kültürden bir çırpıda kopmak, pek kolay birşey olmasa gerek. Onun sancıları yaşanıyor.
Süreç iyi yönetilirse, sonu hayır olur inşaallah.
A+ | A-
Ergenekon ve Balyoz başta olmak üzere, gündemdeki darbe planlarına ilişkin olarak yürütülen soruşturmalar, devam eden ve yenileri açılan dâvâlar, odağında askerle yargının yer aldığı inişli çıkışlı bir seyir takip ediyor.
Birbiriyle bağlantılı olarak açılan Ergenekon dâvâları sürerken, tahliyeler de sessiz sedasız devam ediyor ve serbest kalanların çoğu asker.
Gözaltına alınan, sorgulanıp ifadeleri alınan ve bazıları tutuklanıp kısa sürelerle içeride tutulan “or”dan emekli generallerin hepsi dışarıda.
Ergenekon savcılarını değiştirme girişimleri şimdiye kadar sonuç vermedi; ama bundan sonraki arama-gözaltı işlemleri, evvelce telefonları dinlemeye alınmış başsavcının onayı şartına bağlandı. Buna dair talimatın medyada yer alması üzerine de “Kim sızdırdı?” soruşturması açıldı.
Ergenekon’un Erzincan ayağı olarak görülen cenahtaki gelişmeler de daha ilginç hale geliyor.
Başsavcı tutuklandıktan sonra HSYK, soruşturmayı yürüten Erzurum savcılarının yetkisini alıp, yerlerine yenilerini tayin etti. Bu arada dosya İstanbul’daki Ergenekon savcılarına gelip gitti. İstanbul, “yetkisizlik” kararıyla dosyayı Erzurum’a geri gönderdi. Ve yeni atanan savcılardan birinin imzasıyla sunulan iddianame, mahkemeye intikal ettikten üç gün sonra kabul edildi.
Ve başsavcının tutukluluğuna yapılan üçüncü itiraz da aynı mahkeme tarafından reddedildi.
Bundan sonra sürecin akışını değiştirecek yeni bir müdahale olmazsa, başsavcı kendi görevine dair hususlar için Yargıtay’da, iddia konusu “terör örgütü” ile bağlantıları konusunda da Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanacak.
İddianamede en çok dikkat çeken noktalardan biri, evvelce defaatle çağrıldığı halde ifade vermeyen 3. Ordu Komutanı Org. Berk’e, iddianamede “bir numaralı sanık” olarak yer verilmesi.
Muvazzaf bir ordu komutanının, terör örgütü yöneticisi olma ithamıyla yargılanması da bir ilk.
Berk’in, hakkındaki ağır suçlamalara rağmen o görevde bulunmaya devam etmesi de, izahı zor bir durum. Aynı gariplik, faili meçhul cinayetler dâvâsında—üstelik tutuklu olarak—yargılanan Albay Cemil Temizöz’ün durumunda da geçerli.
Keza “irtica ile mücadele eylem planı”ndaki ıslak imzası Jandarma Kriminal Dairesince de doğrulandıktan sonra Genelkurmay Askerî Savcılığı tarafından tutuklanması istenen, ama askerî mahkemenin buna gerek görmeyip talebi reddettiği Albay Dursun Çiçek’in vaziyeti de bu.
Tutuklama talebi için verilen bu red kararının gerekçelerinden biri, Çiçek’in Genelkurmay karargâhındaki görevini halen sürdürüyor olması.
Daha önce Çiçek imzalı belge için “kâğıt parçası” deyip, askerî savcılığın takipsizlik kararına vurgu yapan, ama yeni bir belge ortaya çıkar ve aksi yönde bir gelişme olursa bu kararın değişebileceğini belirterek açık kapı bırakan Genelkurmay’ın geldiği nokta, hayli geç de olsa olumlu.
Ama burada da çelişki var. Çelişkinin kaynağı ise tutuklanması istenen kişinin görevde olması.
Elbette ki, masumiyet karinesi gereğince, suç mahkeme kararıyla sabit oluncaya kadar, yargılanan kişi “suçlu” sayılamaz. Ama bu, hakkında ciddî iddialar söz konusu olan kişinin, hiçbir şey yokmuş gibi görevine devam etmesine de imkân vermez. Nitekim sivil bürokrasideki kural, hakkında şu veya bu sebeple soruşturma açılan kişinin, netice ortaya çıkıncaya kadar açığa alınması. Peki, bu prensip askeriyede neden işletilmiyor?
Berk, Çiçek ve Temizöz örnekleri, TSK’nın yeni sürece farklı yöntemlerle de olsa direndiğine mi, yoksa intibak zorluğu çektiğine mi işaret?
Belirtiler, daha ziyade ikinci şıkkın geçerli olduğunu düşündürüyor. Dediğim dedikçi, “Ben yaptım, oldu” esasına dayalı, hep buyurgan ve hesap sorucu konumda bulunmuş, dolayısıyla hesap vermeye hazır ve alışık olmayan bir anlayış ve kültürden bir çırpıda kopmak, pek kolay birşey olmasa gerek. Onun sancıları yaşanıyor.
Süreç iyi yönetilirse, sonu hayır olur inşaallah.