Hisseli kıssalar
ömer Seyfettin bir arkadaşının başına gelen hoş bir “Şemsiye olayı anlatır.
Arkadaşı bir mağazadan şemsiye alır ancak yağmur altında 10 dakika yürüdükten sonra bir de ne görsün;
Şemsiye paramparça!..
Zavallı şemsiyesine bakarken o kadar şaşkındır ki, “Acaba ben farkında olmadan birileri elimdeki şemsiyeyi bir başkasıyla mı değiştirdi” diye düşünmektedir.
Tekrar mağazaya döner ve “Bana verdiğin şeye bak!” diye sitemle çıkışır.
Mağaza sahibi de şaşkındır:
-Ne yaptın sen bu şemsiyeye böyle?
-Yemin ederim ki hiçbir şey yapmadım. Yağmur yağıyordu, şemsiyeyi açtım ve Taksim’e kadar yürüdüm sadece!
Mağaza sahibi bir anda rahatlayanlara has bir sakinlik içinde kafasını sallar:
-Şimdi anladım. Şemsiyeyi ıslattım desene. Ee, suya ne dayanır. O su ki kayaları, taşları bile eritip de kum yapmıyor mu azizim!
ülkemizin haline şöyle bir bakın;
Bizde de su misali, ismi anıldığı zaman akan suların durdurulmaya çalışıldığı ne çok şey var değil mi?
Onlar anıldığında demokrasi, insan hakları, özgürlükler ve hukuk devleti adına ne varsa eriyip de kuma dönüyor.
Gerçekten de bazı şeylere bazı şeyler, dayanmıyor azizim!..
•
Merhum Necip Fazıl bir gün yolda giderken, kaba saba biri sertçe ayağına basar ve sonra da sanki hiçbir şey olmamış gibi özür bile dilemeden yoluna devam eder.
üstad’ın adama bir cevap vermediğini gören arkadaşları sorar:
-Şu terbiyesize bir şeyler söyleseydin!
üstad’ın cevabı yine şairanedir:
-Bir hayvan sizi ısırsa, siz de onu ısırabilir misiniz?
ülkemizde hakkaniyet ve vicdan duygusundan yoksun bazı tartışmacı tipler var. Düşünce namına bir kırıntıdan bile yoksunlar. Tek yaptıkları sağa sola saldırarak gündemde kalmak.
Bazı okuyucularımız zaman zaman “Falancaya bir cevap versene. Filancaya bir yazı yazsana” diyorlar.
Ben de böyle durumlarda üstadı rahmetle anıyorum!
•
Dul bir kadınla, dul bir erkek evlenmeye karar verirler. Her ikisinin de daha önceki evliliklerinden olmuş birer çocukları vardır. Evlendikten sonra bir çocukları daha olur.
Bir gün 3 çocuk oynarlarken, ilk evliliklerden olma çocuklar, aralarına yeni katılan kardeşlerini dövmeye başlarlar.
Kadın, duruma müdahale etmesi için kocasına seslenir:
“Yetiş bey yetiş! Seninkiyle benimki bir olmuş, bizimkini dövüyorlar!”
Kimi yorumcular son haftalarda Genelkurmay’la AK Parti, CHP ve MHP arasında yaşananları anlamlandırmakta güçlük çekiyor.
Kimilerine göre Türkiye’de ilkler yaşanıyor.
Kimileri yeni ittifaklardan veya ilk kez yaşanan gerilimlerden hareketle, sallıyor da sallıyor.
Kimin kimi sevdiği, kimin kimin dövdüğünü anlamaya dönük yorumlar gırla gidiyor yani.
Ben de bu karışık durumu daha da karıştırmak için bu fıkrayı hatırladım.
Gülün gitsin…
•
Ajan Temel, saksılarına mikrofon yerleştirdiği bir evdeki konuşmaları dinliyormuş.
Ancak yerleştirdiği gizli mikrofonların ikide bir bozulmasına da fena halde sinir oluyormuş.
Ev sahipleri bir sabah uyandıklarında saksıların üzerine bırakılmış birer not bulmuşlar:
“Lütfen çiçekleri sulamayın. Mikrofonlar paslanayi!”
Türkiye’de siyasetçi, gazeteci, yazar, işadamı… herkes, telefonlarının dinlenildiğinden şikâyetçi.
Birileri belli ki “Vatandaşının sesine kulak veren devlet istiyoruz” taleplerini yanlış anlıyorlar.
üstelik öylesine damardan dinleniliyoruz ki, mikrofonların paslanma ihtimali de yok!..
•
Bilge kişiye sormuşlar:
-üstadım, dünyada en çok kimi seversiniz?
“Terzimi” diye cevap vermiş bilge.
Soranlar şaşırmış tabii:
“Aman efendim, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken neden terzi?
Bilge gülümsemiş:
“Dostlarım, ben en çok terzimi severim. çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir. Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler.”
Farkında mısınız; günümüzde terziler iyice azaldı. Eskiden her mahallede gördüğümüz terziler artık tarihe karıştı.
çünkü insanlar, kendi bünyelerine uygun elbise arayışından ziyade, mevcut kalıplardan uygun olana girmeyi yeğliyorlar.
Terziler azalınca da ortalık “yargılayanlardan” geçilmiyor tabii.
ön yargılar bu kadar çok olunca da, sevecek insan azalıyor haliyle.
Şey… Biraz karışık oldu ama idare edin.
•
Birkaç yaşlı bir araya gelmiş, yaşlılığın zorlukları üzerine konuşuyorlarmış.
Birisi, “Valla yaşlılık işte” demiş, “İnanın yemekte ne yediğimi bile 5 dakika sonra unutuyorum.”
Bir başkası “Sen yine fiziken iyisin” demiş, “Ben merdiven çıkarken tam ortaya gelince mecburen oturup dinleniyorum.”
Bir diğeri kafasını sallamış:
“Sen yine iyisin. Ben de merdivenin ortasına gelince oturup dinleniyorum ama ardından da aşağımı iniyordum yukarı mı çıkıyordum; onu unutuyorum!”
Bu üçünü dinleyen dördüncüsü “Valla kusura bakmayın ama üçünüz de bunamışsınız” diye söze girmiş, “Şeytanın kulağına kurşun, ben çok iyiyim, zıpkın gibiyim zıpkın.”
Tam “şeytanın kulağına kurşun” derken de, adet olduğu üzere masaya birkaç kez vurmuş.
Ardından da “Kim o?” diyerek açmak için kapıya yönelmiş.
Allah herkese sağlık afiyet versin; bazen yaşlılık zor tabii.
Bu konuya girmemin nedeni bu aralar medyamızda bir yaş tartışmasıdır gidiyor.
Bunun nedeni de 4 televizyon kanalımızdaki ana haber bülteni sunucularının yaş ortalamasının 64 olması.
Bence işlerini iyi yapıyorlarsa, -ki bu tartışılabilir- yaş sorun değil. Batıda da 70’ini çoktan geçtiği halde sırf işini iyi yaptığından dolayı hâlâ televizyonlarda program yapanlar var.
Kaldı ki, şimdi televizyonun biri sırf yaş ortalamasını biraz düşürmek için… maazallah….
Ya Reha Muhtar’ı ana habere getirirse…
O zaman ne yapacağız!
Herkesi iyi hafta sonları efendim.