İrfan Gündüz

İrfan Gündüz

SİYÂSET VE HUKÛK...

SİYÂSET VE HUKÛK...

İnsanlar kendi kendilerine yetmezler, hayatlarını sürdürebilmek için birbirleriyle yardımlaşmaya, işbirliğine ve dolayısıyla bir arada yaşamaya mecbûrdurlar. Yalnız kaldıkları takdirde, herkes kendi çıkarlarının peşine takılır, bencil arzu ve ihtirâsları istikâmetinde başına buyruk hareket etmeye başlarlar. Sonuçta düzensizlik ve anarşi toplum hayatını, içinden çıkılmaz bir kaosa sürükler.
Siyâsî hayatın, herkesin iyiliği için getireceği düzene, toplumsal yararın optimum bileşkesini yakalayan sisteme, herkesi sınırlayıcı bir kânûna ve bunu sosyal hayatta uygulayacak ve takîp edecek bir yöneticiye ihtiyâç vardır. Toplumun bütünü tarafından kabûl edilen, belirli bir düzen ve istikrar prensipleri olmadıkça, siyâsetin varlığından söz edilemez. Dolayısı ile yönetilen bireylerin onaylamasıyla ortaya çıkan ve hemen herkes tarafından sınırlayıcı yönü kabûl edilmiş “Hukuk”, siyâsetin olmazsa olmaz şartıdır.
Siyâsetin hedef kitlesi bireyler ve bunlardan meydana gelen toplum ise, gerek bireylerin tek tek, gerekse toplumun bir bütün olarak bu hukûkun oluşmasına katkıda bulunması, hukûkun getirdiği sınırlamaları benimsemesi gerekir. Bu durum, toplumsal katılımın siyâsetin vazgeçilmez şartlarından biri olduğunu gösterir.
Toplumsal hayâtı istenilen kıvamda düzenleyebilmek için, sosyal hayatın üyeleri olan bireyler fertler olarak şekillenmek zorundadır. Bu olmadan, istenilen toplumun teşekkülü düşünülemez. Her bir bireyin, doğru ile yanlışı objektif kriterlere göre ayırt edebilmesini ve ona uygun gayret içinde olmasını sağlayan bir bilince sâhip olması gerekir. Bu bilincin getirdiği sorumluluk hissine sâhip fertler bulunmadıkça, kayda değer bir toplum inşâ etmek mümkün değildir.
Hukûk devletinin meşrûluğu, kendiliğinden değil, yasallık ve insan haklarına uygunluk olarak isimlendirilen asgarî ilkelere uymakla ancak gerçekleşebilir.
Devletin ideolojisi, onun içindeki hâkim zümrenin egemenliği hiçbir şekilde halka devretmeme isteği, devlet temsilcisi olan bürokrasinin de ekonomik ve siyasal statüsünü korumada direnmesi, yönetemeyen demokrasimizin en önemli sancılarından biridir.
Türk siyasal sistemi, bugün iyice kilitlenmiş durumdadır. Kimileri bunu sırf teknik bir sorun, bir yönetim sorunu olarak görüyor ve yönetemeyen demokrasiden şikâyet ediyor. Buradaki yanılgı, sancıyı sâdece devletin kurumsal yapısı üstünde odaklaştırarak, siyâsî sistemin can alıcı faktörlerini ihmâl etmekte yatmaktadır.
Demokratik sürecin başlıca aktörleri durumundaki siyâsî partiler, anayasal kurumlar, sivil toplum örgütleri, baskı grupları ve seçmenlerin tutumlarıyla ilgili de problemler vardır. Nitekim, Türkiye’nin hâlihazırdaki çoğu siyâsî partileri, hem yapı itibâriyle yozlaşmış, hem de önemli ölçüde işlevsiz hâle gelmişlerdir. Bu siyâsî partiler, geleneksel parti anlayışına bağlılıkları ve bunu pekiştiren bir kısım yasal düzenlemeler yüzünden, halktan kopuk, oligarşik örgütler niteliğine bürünmüş ve seçmenleri temsîl etme yetenekleri son derece zayıflamıştır.
Türkiye’de devlet hukûktan bağımsız, hatta hukûkun üstündedir. İnsan hakları güvencesi son derece zayıftır. Temel siyâsî kararlar, halkın temsilcileri tarafından alınmamaktadır. Devleti biçimlendiren, millet irâdesi değil, milleti biçimlendiren devlet irâdesidir. Kollektif aklı kelepçeleyen böyle bir devlette, insanlar maske takıp sahte kimlikle dolaşmak zorundadır. Orada hiç kimse artık kendisi değildir. Ortalıkta duyulan sesler slogan, yinelenen törenler kısır ve kuru gösterilerdir. Yukarıda siyasî sistemin yapısına ilişkin işâret ettiğimiz kusûrlar ve devletin ideolojik karakteri, varlığını koruduğu sürece, Türkiye’de evrensel ölçülerde bir demokrasinin kurulmasından bahsetmek imkânsız gibidir.
Halkın kendi kaderine hâkim olamadığı, irâdesine ipotek konulduğu ve hâkim olmak ne kelime, böyle bir iddiâda bulunmanın haddini bilmezlik sayılıp gereğinin yapıldığı bir ortamda demokrasiden söz etmenin ne anlamı var.
Türkiye’de herkes şunu bilmeli ki, dünya görüşümüz ve hayat tercîhimiz ne olursa olsun, hukûk devleti ve insan haklarına dayanan demokrasi, hepimizin ortak paydasıdır. Ancak böyle bir demokrasi içinde farklılıklarımızı koruyarak, barışçı bir biçimde ve bir arada yaşayabiliriz. Bundan dolayı, herkesin farklılıklara saygıyı, onları hoş görmesi ve içine sindirmesi ahlâkî bir borç olduğu kadar, ortak varlığımızı güvence altına almanın da en pratik ve vazgeçilmez gereklerinden biridir.
Türkiye’de hukûk devleti veya hukûkun egemenliği değil, haklılığı tartışılmaz olan “devletin ve üstünlerin hukûku” vardır.
Kurum olarak klasik devlet anlayışı, belli bir toplum tasarımını, bir hayat tarzını zorla da olsa onlara kabûl ettirmeye adamış bir anlayıştır.
Bu nedenle, bugün Türkiye Cumhuriyeti, kendisini idâme ettirmek için gerekenleri yapmakla yetinmemekte, ayrıca toplumu tanzîm etmeye, vatandaşlara nasıl inanmaları, nasıl düşünmeleri, nasıl yaşamaları ve nasıl giyinmeleri gerektiğini de buyurmaya kalkışmaktadır. Hatta ayrıcalıklı hâle getirdiği resmî hayat tarzını tercîh etmeyenlerin okuma, kamu görevlisi olma ve daha da vahîmi serbest mesleğini icrâ etme haklarını bile ellerinden almakta, yani vatandaşlarının rızkına bile tasallutta bulunmaktadır.
Hukûk, devletin meşrûiyetini kendisinden alması gereken üstün bir referans veya kendisini bağlayacağı üstün bir normatif çerçeve olmak yerine, devlet seçkinlerinin kendi öncelik ve hassâsiyetlerine, sempati ve antipatilerine, korku ve nefretlerine, kısaca kendi ihtiyâçlarına göre kurgulayacağı basit bir teknik âlet hâline dönüştürülmeye çalışılmaktadır.
Hukûk, evrensel standartlara uygunluk yanında, toplumsal ihtiyaçların bir türevi olmak yerine, devletin toplumu tanzîm aracı olarak görülmektedir. Türkiye’de hukûk, “eyleme ve işleme göre” değil “adama ve konuma göre” işliyor, kimilerine sanki hukûku çiğneme ve suç işleme ayrıcalığı tanınmış gibi gözüküyor.
Yine bu nedenle, Türkiye’de devletin bilinçli tercîhi, hukuksuzluk ve keyfîlikten yanadır. Kısaca Türkiye’de hukûk, evrensel normlardan ve toplumsal gerçeklerden değil, devletin ve devlet seçkinlerinin kendi irâde ve ihtiyâcından türetilmektedir.
Halbuki Hukûk Devleti, devleti oluşturan kurumların, organların, işlevlerin ve benzeri unsurların yasalarla biçimlendirilmesi ve yürütülmesidir. Hukuk, kişiler, kurumlar ve kavramlar arasındaki ilişkileri düzenleyen ve yaptırım gücü olan kurallardır.
Hukuk Devleti “hukûku olan devlet” ya da “devletin hukûk”u değil, “hukûkun egemen olduğu devlet”’tir ve siyasî bir ideâldir. Hukûk devletinin amacı, yönetim yetkisinin keyfî kullanma tehlikesini asgarîye indirmek, istikrarsız, şeffaf olmayan ve geçmişe dönük kuralların neden olduğu kişisel hürriyet ve onur ihlâllerini engellemektir.
Demokratik bir devlette hâkim olması gereken hukûk, insan hak ve hürriyetlerini tanıyan, vatandaşlar için hukûkî güvenlik sağlayan, âdil ve evrensel standartlara uygun bir hukûktur. O halde hukûk devletinin kapsamında bulunan kurallar, devletin koyduğu hukûk, yani kânunlar ya da mevzûâttan ibâret değildir.
Hukuk devleti, “kânûn devleti” olarak algılanmamalıdır. Hukûk devleti, hakların devletçe korunması ve hak arama yollarının herkese ve her zaman açık tutulmasını gerektirir.
Hukûkun üstünlüğünün yerleşebilmesi için, üstün devlet anlayışı yerine, insanı ve ihtiyaçlarını esas alan bir yaklaşımla, demokratik anayasalara, uluslararası sözleşmelere ve evrensel standartlara uygun, geniş bir toplumsal katılım ve uzlaşma ile “insan hakları ve hukûkun üstünlüğüne dayalı yeni ve demokratik bir anayasa” yapılması, kânunların ve diğer mevzûâtın bu yeni anayasaya uyumlu hâle getirilmesi ve nihâyet idârî organların işlem ve kararları başta olmak üzere, bu kuralların tam anlamıyla hayâta geçirilmesi ve demokratikleştirilmesi gerekmektedir.
Yüksek yargı organlarında üyelerin çağdaş dünyâdaki örneklere uygun olarak millî irâde ile belirlenmesi, mahkemelerde Türk Milleti adına karar verilirken mahallî jürilerin devreye sokularak karara katılımlarının sağlanması, hukûkun demokratikleşmesi açısından önemli bir adım olarak değerlendirilebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Gündüz Arşivi