Kapatma davası
AK Parti’ye açılan kapatma davası üzerine lehte veya aleyhte söylenmedik pek söz kalmadı herhalde.
Yazı yazmadığımız günlere denk gelen bu dava hakkında, biz de, söylenilenlerden dikkatimizi çekenlere dair bir şeyler söylemeye çalışalım bugün.
Davayı sevinçle karşılayan çevreler, “Bu kadar çok oy almış bir parti kapatılır mı” diyenlere karşı “Kuvvetler ayrılığı var. Az oy alan partiler kapatılır çok oy alan partiler kapatılmaz demek, demokrasiyi anlamamak demektir. Ben oy aldım, canımın istediğini yaparım anlayışı hukuk devletinin kabul edemeyeceği bir anlayıştır” türünden argümanlarla cevap veriyorlar.
Elbette çok oy almış olmak, hukuk nezdinde işlenmiş bir suç varsa onu meşru görmenin gerekçesi olamaz, ancak bir partiyi halkın neredeyse yüzde 80’inin destek verdiği birtakım söz ve çabalarından dolayı başka ülkelerdeki birtakım “marjinal” partilerle kıyaslayıp “marjinalmiş” gibi göstermeye çalışmanın garabetini de görmek lazım.
çoğunluk “her şey” değildir ama bu onu “hiçbir şey” olarak görmenin doğruluğunu da kanıtlamaz.
Herkes biliyor ki, bu davanın özü çok büyük oranda başörtüsü konusunda söylenmiş sözlere ve yapılmış yasal düzenlemelere dayanıyor.
Avrupa’daki birtakım ırkçı ve marjinal partilere gönderme yaparak AK Parti’yi marjinal göstermek, bu toplumun neredeyse tamamına yakınını “marjinal” görmek olur ki, bu tuhaflığın herhangi bir argümanla herhangi bir izahı olacağını sanmıyorum.
Başörtüsü yasağını kaldırmaya dönük yasal düzenlemeye bu Meclis’in 410 milletvekilinin oy verdiğini ve bunun toplumsal hayatımızdaki karşılığının ne kadar geniş bir tabana yaslanmak olduğunu düşünürseniz, “marjinallik” açısından ortaya gerçekten de tuhaf bir tablo çıktığını kimse yadsıyamaz herhalde.
Bir hukuk devletinde toplumun yüzde 80’i “marjinal” sayılan fikirlerin peşinde koşuyorsa, orada “esas marjinalliğin” ne olduğu da tartışılacaktır.
Bir ülkede Cumhurun yüzde 80’inin Cumhuriyeti ortadan kaldırmaya dönük marjinal politikalara destek verdiğini iddia etmek, galiba öncelikle Cumhuriyete hakaret sayılmalıdır.
Görülüyor ki, “çoğunluk” meselesi, “özü itibarıyla doğru olsa da yanlış kastedilerek söylenen” birkaç süslü lafla geçiştirilecek kadar basit de değil.
Bu tür söylemlerin, “âlemi kör, kendini uyanık sanmak” şeklinde tecelli eden seçkinci tarafı ise daha ayrı bir konu.
Bu ülkede halkın büyük çoğunluğuna “Biz sizin bilmediklerinizi biliyoruz, biz sizin görmediklerinizi görüyoruz, biz sizin sezemediklerinizi seziyoruz, biz sizin yuttuklarınızı yutmayan külyutmazlarız” havalarında poz atmayı pek seven ve sahip olduğunu vehmettiği bu vasıfları nedeniyle kendinde sıradan fanilere karşı ekstra yetki ve sorumluluklar vehmeden bazı kişiler var, siyasette, medyada, iş dünyası ve bürokraside.
Meseleye böyle bakıldığı zaman hem net ve somut verilere dayalı bir tartışma yapmak imkânı kendiliğinden ortadan kalkıyor, hem de “anlamayan bir güruha bir şeyler anlatmak mümkün olmadığından tartışmıyormuşsun” gibi yaparak kendini rahatlatıyor, havalara girebiliyorsun.
“Parti kapatmak Avrupa’da da var” türünden sözlerin de fazla bir rasyonelliği yok.
Hani bu lafları duyan da, Avrupa’da bizdeki gibi saat başı parti kapatılıyor sanacak.
Zaten Avrupa’dan örnek verenler de bula bula Almanya’da bundan yarım asır önce yaşanmış iki parti kapatmayla, İspanya’daki Batasuna’yı buluyorlar.
Almanya’da kapatılanların biri Neo Nazi Partisiydi, diğeri de Komünist Parti.
İspanya’da kapatılan Batasuna ise ETA terör örgütüyle organik bağı olan bir parti.
Şimdi, bu iki örneğin AK Parti ile ne ilgisi var?
Bir de “ama’cılar” var; bunlar “biz aslında parti kapatmayı hoş karşılamıyoruz ama…” dedikten sonra -aslında parti kapatılmasını ne kadar da hoş karşıladıklarını ele verecek şekilde- şecaat arzediyorlar.
üstelik bu arkadaşlar başka konularda “ama” denilmesinden de hiç hazzetmiyorlar.
Mesela bunlardan biri, Amerika terör bahanesiyle dünyanın en yoksul ülkesi Afganistan’a saldırma arifesindeyken, “Teröre karşıyım dedikten sonra ‘ama’ diyenlerden nefret ediyorum” türünden laflar etmiş, herkesi ilkeli şekilde savaşın ve dolayısıyla da Bush’un yanında yer almaya çağırmıştı.
Konu AK Parti’nin kapatılması olunca “ama” demekte bir beis görmüyorlar tabii.
Bu arada siyasi hayatımız açısından trajedi sayılacak bir olayı “Bu dava AK Parti’nin oylarını artırır. Bu sefer garanti yüzde 60-70 alırız” türünden açıklamalarla izah eden “acımadı ki!” anlayışı da biraz sorunlu hatta çocuksu buluyorum.
Oylar artar veya artmaz, önemli olan bu değil, önemli olan bu ülkenin siyaset alanını daraltma girişimlerinin hâlâ sürüyor olmasıdır.
Türkiye’de siyasetin temel sorunu sayısal değil, nitelikseldir.
O niteliksellik de, üzerinde siyaset yapılan zeminin ne kadar demokratik ve özgür olabildiğiyle ilişkilidir.
Bu tür davalar, öyle veya böyle bu zemini tahrip ediyor, sonuçta hem ülkeyi hem siyaseti yaralıyor.
Dolayısıyla böyle bakmak yerine, bu tür yaralanmaların artık yaşanmayacağı bir demokratik hukuk zemini inşa etmek için çaba göstermek lazım.
Ve son söz olarak;
“Her işte bir hayır vardır” demiş atalarımız.
Umarız bu davanın açılması da son dönemlerde iyiden iyiye “Yargıçlar devleti” görüntüsü çizen Türkiye’nin “Hukuk devleti” olma yolundaki çabalarına ivme kazandırır.
Hem de bir “dönüm noktası” olacak şekilde...