Haddini bilmeyene bildirmenin yolu

Haddini bilmeyene bildirmenin yolu

Dünkü yazımızda Sayın Demirel ile Rahmetli özal’ın bazı tasarruflarından bahsetmiştik. Onların adil ve cesûr davranışlarının Milleti rahatlattığını, yazmıştık. Onlar her şeyi göze almışlardı. çok şükür icraatları hayıra vesile oldu. Bugün onlardan çok daha fazla deneyimi ve cesareti olan bir Başbakana sahibiz. AKP’nin Dört AS’ı var: Sayın Abdullah Gül, Bülent Arınç, R. Tayip Erdoğan ve A. Latif Şener… Sayın Abdullah Gül Cumhurbaşkanı oldu. Bütün cumhurun (Yani halkın, inançlı inançsız her din, mezhep, görüş ve ırktan olan, bütün vatandaşların) Cumhurbaşkanı olduğunu bir an dahi unutmadı. Bu bilinci yalnız tavır ve hareketleri ile göstermekle kalmadı. İnançlarına, söylemlerine, bir ömür boyu uyguladığı kutsal alışkanlıklarına da yansıttı. Mesela konuşmalarında din ağırlıklı tabirler kullanmadı. Köşk’te verdiği bir Reception’da sofraya wiskiler, şampanyalar, daha adını bilmediğim, içkiler koydurdu. Bütün bunların haram olduğunu ve fakir fukara halkımızın sırtından çıktığını da hiç kuşkusuz hepimizden daha iyi biliyordu.
Buna rağmen, toplumun her kesimini memnun etme adına öyle yaptı.. Sayın GüL’ün takva sahibi bir mü’min olduğunun bütün ömrü boyunca, boğazından 1 haram lokma geçmediğinin hüsnü zannı içindeyim.
Birileri huylanmasın diye o kadar dikkatli davrandı ki.. Cumhurbaşkanı seçildikten bu yana, alışkanlık veya dalgınlıkla olsun ağzından bir defacık “Allah (cc) lafzı Celalinin alenen çıktığını ben duymadım. İnançlı ve takva sahibi olan bir mü’min için bu ne büyük bir işkencedir. Şahsen bana Cumhurbaşkanlığını değil, bütün dünya lîderliğini verseler, öylesi bir işkenceye 1 saniye katlanmam. Sayın Gül’ün böylesine dikkatli ve fedakâr olmasına rağmen; Sayın Başsavcı kalkmış, onun da yargılanmasını üstelik de 5 yıl siyaset yapmama cezasına çarptırılmasını talep ediyor. Cumhurbaşkanı’nın vatana ihanet dışında hiçbir suçla yargılanamayacağını, koca Yargıtay Başsavcısı nasıl bilmiyor? Sayın Cumhurbaşkanı bütün alışkanlıklarını dört duvar arasında yaşama fedakârlığına katlanacak kadar tarafsız davranmaktadır. Bunun için, Türkiye Cumhuriyeti'ndeki bütün anayasal kurumların ona en büyük şeref madalyasını vermeleri gerekmez miydi? Görev icabı tarafsız olmak, herkesin keyfini yerine getirme zorunda olmak demek değildir. Muhterem Bülent Arınç: “Eğer siyasetten yasaklanmaları istenen 71 şerefli arkadaşlarımın arasında benim de ismim olmasaydı, kendimden utanırdım” diyerek, Sayın Başsavcı iddianamesinin hukuk açısındaki seviyesini ortaya koymuş oldu. Sayın Başbakan Siirt’te yaptığı konuşmada Sayın Başsavcıya gerekli cevabı verdi.
Daha önceki bazı konuşmalarında da “Kefenim boynumda” demişti. Her sözün başında “Allah nasip ederse… Rabbim izin verirse, inşallah” diyordu. Büyük bir teslimiyet içinde olduğu anlaşılıyordu. Allah’dan korkan, başka kimseden korkmaz. Cesareti, mertliği ve yiğitliği “imanından” gelen Başbakanımızın inşallah sırtı yere gelmeyecektir. Kendilerini şahsen bütün kalbimle tebrik ediyorum. Gelelim A. Latif Şener’e o milletin gönlünde taht kurmuş, Fiilî Bir Cumhurbaşkanıdır. İnançlı, dürüst, mert, özü ile sözü bir, herkes tarafından sevilen bir şahsiyettir… Böylesi insanların içinde bulunduğu bir partiyi kapatmak, ne hukuken, ne siyaseten, ne de vicdanen mümkündür.
Bence açılacak olan kapatma davasına gidip savunma yapmak bile gereksizdir. Bir zamanlar TBMM, bir Araştırma Komisyonu kurmuştu. Bir orgeneralin ifadesine baş vurmak gerekti. Paşayı çağırdılar gitmedi. Noldu? Hiçbir şey olmadı. Hukukta Şekil Müvaziliği denen evrensel bir kaide vardır. Bir makam bir kişiyi bir göreve atamışsa, onu ancak aynı makam görevden alabilir. Bu, İdare Hukukunun Evrensel ve Temel bir kaidesidir. Cumhuriyet Başsavcılarının, büyükelçilerin, Anayasal Kurum Başkanlarının, hatta Kuvvet Komutanlarının göreve atanmaları, ilgili Bakanlık veya mercilerin teklifi üzerine Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yapılır. Bu gibi atama ve kararnamelerin onay mercii Cumhurbaşkanlığı makamıdır. Bugün o makamda Sayın Abdullah Gül var. İsterse, yukarda sayılan görevlileri, re’sen görevlerinden alabilir. Diyelim ki böylesi bir tasarruf hukukî değildir ve yanlıştır. Böyle bir durumda gidilecek merci yargı değil midir? Şayet şartları varsa, Sayın Cumhurbaşkanı'nı Yüce Divan sıfatı ile ancak Anayasa Mahkemesi yargılayabilir. Yargıya gidenler, hep seçilmişler mi olacak? Biraz da yasa ve Anayasa dinlemeyen atanmışlar gitsinler. Mahkeme sonuna kadar, makamları ellerinden alınsın. Maaşları kesilsin. Başında bulundukları kurumların tahsisatı dondurulsun. Bakalım onlar ne yapacak? Darbe yapmak da yaptırmak da artık tarihe karıştı. Milletin silahını, milletin sînesine çevirtecek bir tek komutan bulamayacaklardır. Vatanperver komutanlarımız, iç ve dış düşmanları, Atatürk’ün bedhahlar dediği onların içerdeki işbirlikçilerini, hainleri, vurguncu, soyguncu ve hırsızları, vatansızları, bölücüleri, teröristleri, öncelikle susturacak ve devletle milleti barıştıracaklardır. İddianamesini, medya yalanlarına ve hırçın muhaliflerin attıkları iftiralara dayandıran, militan bir hukuk adamı yüzünden, halkın biribirine girmesine, ülkemizde kardeş kanı dökülmesine aslâ müsaade etmeyeceklerdir. Bunu da darbe yaparak değil, emir ve komuta zincirinden sapmamak kaydı ile meşru ve yasal zeminde kendi görev hudutları içinde kalarak yapacaklar. Böylece milletin baştacı olmaya devam edecekler. Artık alışkanlık haline gelmiş olan o tiksindirici darbeler dönemini de, ebediyen kapatmış olacaklar. Sayın Başsavcının hareketi, sadece, provokatörlerin işine yarayacaktır. Onların da çok yakında avuçlarını yalayacaklarını bütün dünya görecektir. Böylece dış düşmanların hevesleri de gırtlaklarında kalacaktır. Sayın Başsavcı da, yanlış hareketinin millî bir uyanışa sebep olduğunu görecek. Belkide bir yurtsever olarak buna sevinecektir. Saygılarımızla...


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi