Rıfat Börekçi’den Ali Bardakoğlu’na
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nun Atatürk’le ilgili değerlendirmelerini öteden beri eleştirdiğimiz mâlûm.
Başında bulunduğu kurumun öncelikle dikkate aldığı kriterlerin başına “Atatürk ilkeleri”ni koyan ve “Okulda Peygamberimiz, camide de Atatürk anlatılsın” gibi tuhaf denklemler ortaya koyan Bardakoğlu’nun bu yaklaşımları, göreviyle de, ülke ve toplum gerçekleriyle de örtüşmüyor.
Bardakoğlu, yakınlarda verdiği bir röportajda bu konularda yine tartışılacak sözler söylemiş.
Önce, ilginç ve çok önemli bir tesbit:
“Diyanet’in en güçsüz olduğu yer Ankara’dır. Sıradan bir bürokratik kurumdur. Hatta Diyanet İşleri Başkanı 657’ye tâbî bir memurdur.”
Bu hazin tesbitin doğruluğunda ne yazık ki şüphe yok. Ama sebep ve kaynağına ilişkin yorumlarda yollar ayrılıyor. Bardakoğlu bu durumu Atatürk sonrasındaki uygulamalara bağlıyor.
“Kuruluştan, Gazi Atatürk’ten sonra Diyanet İşleri Başkanlarını basitleştirmeyi, kurumu sıradan kurum yapmayı laikliğin gereği zannetmişler maalesef” diyen Başkan, şöyle devam ediyor:
“Atatürk cumhuriyetin hemen ardından Diyanet'i kurdu. (...) Diyanet’le Genelkurmay’ı birlikte kurdu. Atatürk’ün ayağa kalkıp hürmet ettiği iki kişi vardı. Biri rahmetli Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi, diğeri de genelkurmay başkanıydı.”
Cumhuriyetin ilk Diyanet İşleri Başkanı Börekçi’yle ilgili olarak, Bardakoğlu’nun sözleriyle çelişen tarihî kayıtlar var. İşte onlardan biri:
“(M. Kemal) Şapka İnkılâbını ilân etmiş olarak Kastamonu’dan dönüyordu. (...) Görünce gözlerime inanamadım. Kendisinin ve yanında oturan Diyanet İşleri Reisinin başında birer şapka vardı. Kendisi neyse ne, fakat karşılamaya gelenler arasındaki Diyanet Reisine de şapkayı giydirmişti!” (Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, c. 1, s. 129)
Bardakoğlu’nun bahsettiği “hürmet”le, Kansu’nun anlattığı anekdotun bağdaşır yanı var mı!
Başkan, sözlerinin devamında şöyle diyor:
“Şu eleştiriyi de yapalım. Bazıları elbette zaman zaman Diyanet’i devletin değişik mekanizmalarının dini kontrol altında tutma(sı)nın bir aracı olarak görmüş, kullanılmış olabilir...”
Röportajı yapan Fadime Özkan’ın “Nasıl oldu bu, Diyanet’in başına daha uyumlu birini koyarak mı?” sualine Bardakoğlu’nun cevabı şöyle:
“Bu biraz da şahıslarla, Diyanet yöneticilerinin kişilikleriyle, omurgalarıyla alâkalı ve kaim bir durumdur. Bir kişi kullanılmaya daha açık olur, buna devamlı yeşil ışık yakarsa onu farklı amaçlar için kullanabilecekler çıkabilir.” (Star, 5.4.10)
Peki, bu tesbiti yapan Bardakoğlu, kendisinin göreve geldiği günden bu yana seslendiregeldiği “Atatürk ilke ve inkılâpları” vurgulu mesajları, “camilerde Atatürk’ü anlatma” ısrarını, hutbe ve mevlidlerde Atatürk’e dua ettirme dayatmalarını nasıl bir çerçeveye oturtuyor? Bu uygulamalar ne tür bir “kişilik ve omurga”nın tezahürü?
Bunların yanı sıra, bugün başlayan Kutlu Doğum Haftasını, üç yıl önceki 27 Nisan muhtırasına kadar 20-26 Nisan günlerinde kutlanıyorken, o muhtıradaki ipe sapa gelmez “23 Nisan’ı gölgelemek için bu günlere denk getiriliyor” iddiası üzerine bir hafta geriye çeken karar da Bardakoğlu yönetiminin imzasını taşımıyor mu?
Oysa dirayetli bir Diyanet’ten beklenen tavır, “Kutlu Doğumla 23 Nisan asla çelişmez. Tam tersine, bu haftadaki etkinlikler, TBMM’nin bir Cuma günü hatimler, dualar, kurbanlarla açıldığı vâkıasıyla tamamen örtüşen ve o mânâyı tamamlayıp zenginleştiren programlardır” gibi bir açıklamayla, haftayı devam ettirmek olmalıydı.
Ama ne yazık ki, bu yapılamadı ve muhtıradaki haksız iddialara hak verir bir tavır sergilenerek Kutlu Doğum Haftası 23 Nisan’dan koparıldı.
Böylece adeta Rıfat Börekçi’nin Şapka İnkılâbına hızlı uyumunun yeni bir versiyonu sergilendi.
Bu tavır, Börekçi modelini örnek alan bir Başkana yakışabilir, ama Diyanet’e asla yakışmaz...