Doğruyu söylemeli ama son sözü söyleyen olmak önemli
Başbakan Erdoğan'ın İran'a nükleer alandaki çalışmaları ileri sürülerek ABD ve diğer Batılı ülkelerce yaptırım uygulanması isteklerine karşı önce İsrail'in elindeki nükleer silahları hatırlatması, eğer İran'ın nükleer bir güç olması istenmiyorsa İsrail'in bu silahlardan arındırılması gerektiğini her fırsatta dile getirmesini sonuna kadar destekliyorum. Doğru bir söylemdir yerinde bir duruştur. Bu duruş İran'a düşünülen yaptırımı engeller ya da başta ABD olmak üzere, İsrail'i "Artık İran ile uğraşmaktan vazgeç. Önce elindeki nükleer silahlardan kurtul ondan sonra gerekirse İran'a karşı yaptırım uygularız" dedirtir mi bilemeyiz. Ancak sonuç ne olursa olsun haklının yanında yer almak gerekir ki Başbakan Erdoğan bunu yapıyor. Bu tavrını ABD'deki görüşmelerinde de hiç eğmeden bükmeden dile getirdi. Sanıyorum bizim kadar Sayın Erdoğan da bilir ki ABD ve müttefiklerinin hedefinde İran, kanatlarında altında da İsrail vardır. Duruşlarının haksızlığını bilirler ama İsrail'i korumayı kendileri için bir mecburiyet olarak görürler. Bu mecburiyetten kurtulabilmeleri için İsrail zulmünü ve katliamlarını görebilmeleri gerekir. Ne yazık ki bu gerçeği görmüyor, göremiyorlar. Siyonist lobi ABD ve diğer ülkelerin gözünü köreltiyor.
Gücü hak sebebi gören zihniyetin hakim olduğu günümüz dünyasında doğru söylemekten çok son sözü söyleyen olmak gerekiyor. Son sözü söyleyebilmenin yolu ise güçlü olmaktan geçiyor. Çünkü, materyalist batının anladığı dil güce dayalıdır.
Son sözü söyleyecek konumda olabilmek için gerekli güce sahip değiliz diye elbette doğru söylemekten vazgeçilmez, geçilmemesi gerekir. Yeryüzünde hakkın hakim olabilmesi için hakka tabi olanların güçlü olması ilk şarttır. Gerekli güce sahip değilseniz meselelerin çözümü ister istemez güçlünün insafına kalıyor. Böyle olduğu içindir ki İsrail dünyanın gözünün içine baka baka katliam yapıyor, elinde ne kadar nükleer silah olduğunu her fırsatta dünyaya ilan ederek çevresine gözdağı veriyor. Bu gücü hak sebebi gören zihniyetin dünya üzerinde hakimiyeti sebebiyledir ki her bir yanda kan akıyor, gözyaşı dökülüyor.
Diyebiliriz ki materyalist anlayışın bir parçası olan Avrupa Birliği'ne üye olmak da Türkiye'nin haklı düşüncelerinin hayata geçirilmesine yardımcı olmayacaktır. Batılın içine karıştırılmış gerçek ister istemez batılla harman olacaktır. Bu bakımdan kendi medeniyet anlayışımız etrafında bir birlik oluşturmak ve bu birliğin ortaya koyacağı güç ile son sözü söyleyenlerden birisi olmak durumundayız.
Kaldı ki Türkiye'nin AB'ye üye olması da gerçek dışı bir beklentidir. Çünkü bunu AB ülkeleri sıkça tekrarlıyorlar. Aralarına almaktan çok kapıda tutmak anlamına gelen imtiyazlı ortaklık gibi uydurma bir teklifi tekrarlayıp duruyorlar.
Türkiye olarak savunduğumuz doğruların hayata geçirilebilmesinin yolu hakkı üstün tutan kendi medeniyetimizi yeniden diriltmek ve bunun için kurtuluşu Batı'da aramaktan vazgeçmek gerekiyor. Bunu söylerken kesinlikle Batı'ya kapılarımızı kapatalım gibi bir düşünceyi savunuyor değiliz. İlişkilerin eşitler arasındaki ilişkiye dönmesinin önemine vurgu yapıyoruz. Eğer ilişkiler eşitler arasında gerçekleşmezse güçsüz olan bir çeşni olmaktan öte gidemez. Bir diğer ifade ile son sözü söyleyemediğimiz için doğrularımızda arada kaynayıp gider. Şimdiye kadar hep böyle oldu. Eğer Birleşmiş Milletler (BM) İsrail saldırıları ve katliamı karşısında hiç bir yaptırım uygulayamıyorsa bu ülkenin elindeki nükleer silahları hatırlatmakla bir sonuç elde edilemez. Söz gelimi Türkiye ya da bir başka İslam ülkesi BM Güvenlik Konseyi'nde veto hakkına sahip, son sözü söyleyecek ülkelerden birisi haline gelememişse BM'nin İslam ülkelerine karşı haksızlıkları engelleyici bir görev yapması beklenemez. Bir takım bahanelerle İslam ülkelerinin işgali devam edeceği gibi İran gibi bir Müslüman ülkenin nükleer güç haline gelmesini engellemek için her türlü yola başvurabilirler. Çünkü bunların anlayışının esasını güce tapıcılık oluşturuyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.