Müjdelerin tahakkuku
Üstad Bediüzzaman'ın, en zorlu ve karanlık dönemlerde bile istikbale dair ümit dolu müjdeler verdiği mâlûm.
“Ben acele ettim, kışta geldim, sizler Cennetâsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları zemininizde çiçek açacaktır” ifadesi, bunların en çok bilinenlerinden biri.
Selef-i Salihînin ve her asrın manevî temsilcilerinin teşkil ettiği muhteşem meclisten sâdır olan “Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ İslâmın sadâsı olacaktır” mesajının Üstad vasıtasıyla umuma mal olduğu da.
Ancak bu müjdelerin tahakkuku ve en görünür ifadeleri olan “dindarane ve mes’udane haletler”in toplum ve siyaset âleminde ihlâsla hazmedilip yaygın şekilde tezahürü, şartlara bağlı.
Nitekim Üstadın Münâzarat, Hutbe-i Şamiye, Sünûhat ve Muhakemat gibi eserlerindeki izahlarda bu şartların da anlatıldığını görmekteyiz.
Meselâ İslâmın hakikatlerinin mazi kıtasını tamamen istilâ etmesini engellemiş olan “ecnebilerin cehli, vahşeti, dinlerine taassupları, papazların ve ruhanî reislerin tahakkümü ve insanların körü körüne onları taklit etmesi” gibi sebeplerin, ilim, eğitim, medeniyet, fikir hürriyeti ve gerçeği arama meylinin inkişafı gibi müsbet gelişmelerle izale olmaya başladığını söylüyor Üstad.
Ve medenîlere galebe çalmanın, söz anlamayan vahşiler gibi icbarla değil, ikna ile olacağını ifade ediyor. Bu ikna bahsindeki en önemli noktayı da, “Müslümanların yaşayış ve ahlâkları ile İslâma ayna olması” olarak tarif ve tavsif ediyor.
Üstadın dikkat çektiği şu hususlar da Müslümanlarla ilgili: İstibdat, ahlâkî zaafiyet ve “Dinle bilim çatışıyor” yanılgısı. Düşmanlarımızı cehalet, zaruret ve ihtilâf olarak sıralayan ifadesi de aynı mânâyı tamamlıyor ve bunlara karşı sanat, marifet, ittifak silâhlarıyla cihad edilmesi gereğine vurgu yapıyor. Ve Medresetüzzehra projesini bu cihadı gerçekleştirme idealiyle geliştiriyor.
Vicdanın dinî ilimlerle, aklın modern fenlerle aydınlanacağını ve ikisinin kaynaşmasıyla hakikatin tecellî edeceğini ifade ile, hem dini bilen ve yaşayan, hem de çağın getirdiği yeniliklere açık nesiller yetiştirmenin ideal formülünü veriyor.
Ama bu fikirler yüz sene önce gündeme getirilmesine rağmen, resmî mahfillerce kulak verilmedi. Dahası, tam tersi yönde uygulamalar yapıldı. Bu da, müjdelerin gerçekleşme şartlarının oluşmasını engelledi, sabote etti veya geciktirdi.
Bunun sebebi ise, Kur’ân’a karşı bin yılık adavetlerle biriken taarruz ve imha planlarının, tarihte misli görülmemiş dehşetli taktiklerle uygulamaya konulması ve doğrudan imanların hedef alınmasıydı. Ama Üstad bunlara da İlâhî bir tavzifle telif ettiği eserlerle karşılık verdi ve risaleler üzerine bina edilen hizmet, planları bozdu.
Böylece, herşeye rağmen, epeyce gecikmeli de olsa, istikbal müjdelerinin tahakkukuna müsait imanlı ve şuurlu bir toplum yapısı teşekkül etti.
Tahkikî iman ve onun verdiği şuur temeline dayanan bu toplum yapısının korunması ve geliştirilmesi için dikkat edilmesi gereken hassas ölçüler yine Üstadın izah ve ikazlarında mevcut.
Söz gelişi, imanın getirdiği dindarlığın, dünyevîleştirme tuzaklarıyla dejenere edilip içinin boşaltılmaması, ihlâs odaklı, rıza-yı İlâhî ve ahiret eksenli bir hayat üslûbunun muhafaza edilmesi noktasında bu izah ve ikazlar çok önemli.
Bunlara hassasiyetle uyulması, istikbal müjdelerinin her türlü şaibe ve tartışmadan âzade bir şekilde gerçekleşmesi açısından da çok hayatî.
Velhasıl, Üstadın verdiği müjdelerin gerçekleşmesini beklerken, onun önemle altını çizip vurguladığı şartların tahakkuk edip etmediğine veya hangi ölçüde ettiğine de bakmamız lâzım.
Keza, Üstadın “Çabuk kıyamet kopmazsa... Dünyanın ömrü kalmışsa...” gibi ifadelerle koyduğu kayıtları da gözden kaçırmamak gerekiyor.
Zira iman-küfür mücadelesinin her geçen gün daha da şiddetlendiği ahirzaman sürecindeyiz.
Burada bize düşen vazife, son âna kadar müjdelerin ve tahakkuk şartlarının takipçisi olmak.