2008 yılının kültür ödülleri
14 Mart Pazar akşamı geç vakit, Seyfettin Türk adında bir kardeşim beni telefonla aradı. Soyadı Türk olunca, içinde bulunduğum ağrılara rağmen ona takılmak ihtiyacı duydum: “Ben bu Türk, tam Türk, Has Türk, Yiğit Türk, Eşsiz Türk, Sapına kadar Türk soyadlı olanlara “Gerçekten Türk müsün?” diye sorarım. Ona da sordum. “Evet Türküm, Konya’nın Beyşehir ilçesindenim; şu anda Konya Belediye Başkanı olan Muhterem Talat Akyürek’le hemşehriyiz” dedi.
Akyürek benim Hac arkadaşımdı. Rahmetli Serdengeçti ağabeyimin deyimi ile, “Konya kökenli haddeden geçmiş İstanbul efendilerinden biriydi. (Tıpkı İstanbul eski Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna gibi…)
Konyalıları hepimiz severiz. Türk'ü de Türk sözünü de candan severiz. Türk kelimesi artık bir kavmin adı olmaktan çıkmış, Yüce İslâm ile özdeşleşmiştir.
Yabancı ülkelere gittiğinizde “Türküm” derseniz, artık “Hıristiyan mısın; Yahudi misin?” gibi sorularla karşı karşıya kalmazsınız. çünkü Bütün Dünya bilir ki; Türk ise mutlaka Müslüman'dır. Bu, milletimiz için ne büyük şeref. Bize bu şerefi bahşeden Rabbimize şükürler olsun. Tarihte o şerefin icabına göre hareket eden ecdadımız da nur içinde yatsın.
Seyfettin Türk kardeşim telefonda pazartesi sabahı, 11 uçağı ili hareket etmemde ısrar ediyordu. “Akşam 6 uçağı ile de döneceksiniz. Uçak biletiniz hazır ve okeyli. Havaalanında isminizi söylediğiniz anda biletinizi alacaksınız” diyordu.
“Kardeşim, zaman zaman Vakit’teki köşemde yazıyorum. Hastayım. Artık uzatmaları oynuyoruz diyorum. Onları okumuyor musunuz?” dedim. “15 senedir bütün yazılarınızı okuyorum. Bir tekini dahi kaçırmadım. Sizi çok iyi tanıyoruz. Siz dava meseleniz gündeme geldi mi, hastalık değil, ölümü bile düşünmezsiniz” diyordu.
Seyfi kardeşim sanki kalbimi okuyordu. Ona bir uyarıda bulunmak zorunda kaldım. “Bak kardeşim, madem ki beni iyi tanıyorsun. Konferans mıdır; sohbet midir? Beni ne için çağırıyorsunuz? Onu bilmiyorum amma… Sonunda sakın bana ücret veya hediye adı altında bir para teklifte bulunmayasınız. O zaman oraya geldiğim gibi dönerim. üstelik de paranızı başınıza çalarım. Ona göre…” dedim.
“Hayır hayır sadece size bir plaket vereceğiz. Varsa bir de masraflarınızı karşılayacağız” diyordu. “Kardeşim, bir plaket veya ödül için, hasta halimde beni niçin tâ Ankaralara kadar yoruyorsunuz. Siz İstanbul’a gelin, ben size plaket vereyim. Masraflara gelince, ne masrafı, İstanbul dışında, meselâ Mudanya’da olsaydım, İstanbul’a gelmek, oradan havaalanına gitmek vs. harcamalar için, 250-300 lira masrafım olabilirdi. Ama şimdi İstanbul’dayım. Burada çok şükür aslanlar gibi yeğenlerim var. Hepsinin de hali vakti yerinde. Hangisine söylesem, koşa koşa gelirler. Uçağa kadar beni götürüp getirirler.” Ve kendisine son olarak bir daha sordum: “Beni oraya niçin çağırıyorsunuz? Siz asıl onu söyleyin” dedim.
Eğitimci olduklarını söyledi. “Liseli gençler ve aileleri sizi bekliyor” dedi.
Bu sözleri duyunca yelkenleri suya indirdim. üstadımız Necip Fazıl, İmanlı bir gelecek nesilden bahsetmişti.
Onun tilmizleri olarak, ne yazık ki öylesi bir gençliği yetiştirmek bizim gibi Abdurrahman çelebilere düşüyordu. (Ne umarsın bacından. Bacın ölmüş acından…) Bizimki de öyle. Kendisi muhtacı himmet bir dede, kaldı ki gayrıya himmet ede...
Biz neredeyiz, Mukaddes Davaya hizmet etmek nerede?... Nefsimin oyuncağı bir günahkârım. Neyse, tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır derler.
çarnaçar, alel acele Ankara’ya gitmeyi kabul ettik. Yarın bu gizemli gidişi yazacağız inşallah… Başta Ankara özel Aziziye Lisesi’nin çok başarılı, Sayın Genel Müdürü olmak üzere, bütün görevlilere, (Ve adını unuttuğum Türkiye Şampiyonu Boks Antrenörüne) ve beni uçağa götüren, Konyalı Ali Gök kardeşime şükranlarımı arz ediyorum.
Konyamız ülkemizin Kültür Başşehri olmaya devam ediyor. Rabbimiz yardımcıları olsun. Teşekkür ve Dualarımla...