‘Evet’ de çıksa, ‘hayır’ da...

‘Evet’ de çıksa, ‘hayır’ da...

AKP, 12 Eylül’e kadar gündemi referanduma sabitlemek istiyor. Abartılı söylemlerle yürüttüğü kampanyanın amacı bu.

Vermeye çalıştığı mesaj: “Pakete verilecek ‘evet’ oylarıyla darbe anayasası tarihe karışacak.”

Oysa, evvelce de yazdığımız gibi, hiç ilgisi yok.

Paket, ihtilâl anayasasının özüne dokunmuyor.

Ve bu durum, öngördüğü kısmî iyileştirmelerin başarılı olma ihtimalini ciddî şekilde azaltıyor.

Buna rağmen gündemin anayasaya çevrilmesi ve pakete “hayır” diyen veya “boykot”tan yana tavır alan partilerin dahi yeni, demokratik bir anayasaya duyulan ihtiyacı vurgulaması, Türkiye’nin geleceği açısından olumlu bir gelişme sayılabilir.

Çünkü böylece anayasa sorununun çözülmesi ihtiyacı ve bunun artık kaçınılmaz ve daha fazla ertelenemez bir zorunluluk haline geldiği noktasında giderek güçlenen bir kamuoyu oluşuyor.

Pakete itiraz edenler bile yeni bir anayasa için kendilerini bağlayıcı taahhütlerde bulunuyorlar.

Bu durumun, yeni anayasayı önümüzdeki seçimin en önemli kampanya konusu haline getirmesi ve partileri de seçmenin önüne kendi anayasa projeleriyle çıkmaya mecbur kılması halinde, ihtilâl anayasasından tümüyle kurtulup demokratik bir anayasaya kavuşacağımız güne, şimdiye kadar hiç olmadığı kadar yaklaştığımızı düşünebiliriz.

Yeter ki, bunu becerecek bir siyasî irade olsun.

Onun için, referandumdan “evet” de çıksa, “hayır” da çıksa, gündem “yeni bir anayasa” olmalı.

AKP’nin paketi “demokratikleşme” ekseninde takdim etmesi ve eşzamanlı olarak, YAŞ öncesi Balyoz dâvâsında yaşanan gelişmeler, CHP’yi de farklı taktiklere yöneltiyor. Anamuhalefet partisi, eski laikçi ve statükocu refleksleri sürdürmek yerine, demokrasi açılımları ve müdahalelerden hesap sorma bağlamında peş peşe ataklar yapıyor.

Şimdiye kadarki darbelerin gerekçesi olarak kullanılan TSK İç Hizmet Kanunu 35. maddenin değiştirilmesi için önerge vermek ve 27 Nisan muhtırası için suç duyurusunda bulunmak gibi...

Gerçi 35 için önerdiği değişiklik çok problemli.

TSK’nın vazifesini, “TC’yi parlamenter demokratik sistemin işlerliği çerçevesinde ve anayasaya bağlı olarak korumak’’ şeklinde tarif eden bir değişiklik, darbeleri önlemek için yeterli olur mu?

Hele ihtilâl bildirilerindeki “Parlamenter sistem işlemez hale gelmişti” gerekçesini hatırlar isek...

“Anayasaya bağlı olarak korumak” tabirinin de, özellikle yürürlükteki darbe anayasasının öngördüğü vesayet düzeni dikkate alındığı takdirde, ihtilâlleri önleme sonucunu vermesi çok şüpheli.

27 Nisan için yapılan suç duyurusuna gelince:

O zaman e-muhtıraya destek verip alkış tutmuş olan CHP’nin makas değiştirerek tam ters istikamete dümen kırdığını gösteren bir manevra bu.

Kendisi açısından çok keskin bir çelişki, ama ne olursa olsun, olumlu sayılmalı. CHP’nin bundan sonraki muhalefet stratejisini demokrasi üzerinden yürüteceğinin işareti olarak yorumlanırsa...

Burada asıl niyet, Büyükanıt’tan, görev yaptığı süre içinde AKP iktidarına zorluk çıkarmayıp, tam tersine—27 Nisan bildirisi sayılmazsa—hükümetin işini kolaylaştıran bir tavır takınmasının hesabını sormak olabilir mi; o da ayrı bir mesele.

Ancak ne olursa olsun, şeklen de olsa CHP’nin demokrasi eksenli bir siyasete yönelerek, müdahalelere karşı tavır aldığını ve muhalefet stratejisini de demokratlık üzerine bina etmeye başladığını düşündüren bu tür atakların devamı, anayasa paketini de, referandumu da arka planlara itebilir.

Ama bu durum, toplumdaki demokrasi ve yeni bir anayasa talebini zayıflatmaz, tam tersine o talep daha kuvvetlenip yoğunlaşarak devam eder.

Ki, pakete verilen desteğin büyük kısmı “Yetmez, ama...” kaydı koyanlardan geliyor. Ve bu kesimler, paketin kabulünün, çok daha kapsamlı bir demokrasi ve anayasa reformunun önünü açabileceği ümit ve beklentisini seslendiriyorlar.

Ve ilginç bir şekilde, “pakete hayır” diyenlerin en azından bir kısmıyla bu noktada birleşiyorlar.

Bu uzlaşma demokrasimizin önünü açabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi