Bursa nutku ve yargı
M. Kemal’e izafe edilen, özellikle 28 Şubat sonrasında Kemalist ve ulusalcı kesimler tarafından medyada ve birtakım “STK bildirileri”nde sık sık gündeme getirilen meşhur “Bursa nutku”nu biliyor musunuz?
Bu “nutuk”ta şu ifadeler var:
“Türk genci, inkılâpların ve rejimin bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır; rejimi ve inkılâpları benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir hareket duydu mu, ‘Bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır’ demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silâhla; nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır.
“Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘Polis henüz inkılâp ve cumhuriyetin polisi değildir’ diye düşünecek, fakat asla yalvarmayacaktır.
“Mahkeme onu mahkûm edecektir. Yine düşünecek: ‘Demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lâzım!’
“Onu hapse atacaklar. Kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber, İsmet Paşaya telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesini, kayrılmasını istemeyecek.
“Diyecek ki, ‘Ben inanç ve kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve âmilleri düzeltmek de benim vazifemdir!’
“İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!...”
Gerçi kendilerini Atatürkçü sayan başka birileri “Atatürk’ün böyle bir konuşması yok” diyerek reddediyorlar, ama Ergenekon ekseninde buluşan Kemalistlerin hararetle sahiplenip her fırsatta “gereğini yapma” çağrısında bulundukları çok tartışmalı ve provokatif bir metin bu.
“Devrim kanunu, bütün kanunların üzerindedir” zihniyetiyle tam olarak örtüşen bu metnin, inkılâplar yapıldıktan seksen yıl sonra hâlâ gündeme getirilmesindeki gariplik kimin umurunda!
Ama onun da izahını şöyle yapıyorlar:
“1950’de ezanın yeniden Arapçaya çevrilmesiyle başlayan ‘karşı devrim’le, çağdaşlaşma süreci sabote edildi ve kesintiye uğradı; sonra gelen ‘gerici’ iktidarlar da bu durumu katmerledi.”
Nitekim 28 Şubat süreci, birilerinin Türkiye’yi yeniden 1950 öncesine, hattâ 30’lara döndürme iddia ve idealiyle başlatılmamış mıydı?
Referandum sonuçları belli olduktan sonra Yargıtay Başsavcısı Yalçınkaya’nın yaptığı “Anayasa ve yasalar değişse dahi hukuk devletini ve yargıçların bağımsızlığını korumak azmindeyiz” açıklaması, bize Bursa nutkunu çağrıştırdı.
Başsavcı “Hangi hukuk devleti ve hangi yargıç bağımsızlığı?” gibi sualleri de gündeme getiren o sözleri, bu nutka gönderme yapma kastıyla mı söyledi, bilmiyoruz; ama ifadelerinin “Anayasa değişse dahi tanımayız” anlamı çıkarmaya son derece müsait ve elverişli olduğu gayet aşikâr.
Burada, seçilmiş Meclisin yaptığı bir anayasa değişikliğine meydan okuma mesajı da yok mu?
Selefi Kanadoğlu, yeni bir anayasa yapma yetkisinin sadece darbe yönetimlerine ait olduğu anlamına gelen beyanlarda bulunmuştu. Yalçınkaya da aynı çizgide yürüdüğünü ifade ediyor.
Anayasa Mahkemesinin, referandumda kabul edilen paketi görüşürken 4’e karşı 7 oyla aldığı “esasa girme” kararının gerekçesini “Tâlî kurucu iktidar, aslî kurucu iktidarın vermediği yetkileri kullanamaz” şeklinde kayda geçirmiş olması da aynı zihniyetin bir başka tezahürü. (Bu gerekçeye yönelik eleştirilerimiz için bkz. “Darbe aslî, demokrasi tâlî” yazımız, Yeni Asya, 7.8.10)
Bu çizginin ısrarlı takipçileri, kendilerini Bursa nutkundaki telkinlere muhatap “Türk gençliği” gibi hissediyorlarsa ve üstelik bunlar hâlâ yargı kurumunun en üst konumlarında iseler, kat edilmesi gereken daha epeyce mesafe var demektir.
Paket bu mesafeyi kısaltabilecek mi, göreceğiz.