Başörtüsü ve siyaset
Kılıçdaroğlu, referandum sürecindeki mitinglerinde ve medyaya yaptığı açıklamalarda başörtüsü meselesi için “13 Eylül günü iktidar partisiyle bir araya gelelim ve bu sorunu çözelim” gibi beyanlarda bulunmuştu.
Buradan hareketle Erdoğan CHP Genel Başkanıyla ilk görüşmesinde bunu gündeme getirdi.
Kılıçdaroğlu ise “Evet, türbanı çözelim dedim, ancak onun yanında dokunulmazlıkların ve YÖK’ün kalkması, seçim barajının düşürülmesi gibi konulardan da söz ettim” dedi. Ve başörtüsünü “anayasa işi” olarak görmediğini söyledi.
Böylece, konuyu evvelce MHP ile çıkardıkları, ama CHP’nin açtığı dâvâ sonucu AYM’den dönen anayasa değişikliğini bu defa CHP desteği ile çıkararak halletmeyi düşündüğünün işaretlerini veren Erdoğan’a “Böyle olmaz” mesajı verdi.
Buna rağmen iki partinin temsilcileri bir araya gelip ortak çalışma yapacaklar. Ama işaretlere göre, olumlu sonuç çıkma ihtimali zayıf gibi.
Öte yandan Kılıçdaroğlu “Yeni anayasa için seçim sonrasını beklemeye ne gerek var? Şimdiden başlayıp bitirelim” derken, başörtüsü için “Onu daha sonra ele alırız” mesajları veriyor.
Buna karşılık Erdoğan’ın tercihi ise tam tersine anayasayı tehir, başörtüsünü ta’cil yönünde.
Bu durum, 2007 güzünde, 22 Temmuz seçimini takiben yeni anayasa taslağının tartışmaya açılır gibi olup bilâhare rafa kaldırıldığı ve onun yerine 2008 Ocak’ında Erdoğan’ın Madrid’de yaptığı “Velev ki başörtüsü siyasî simge olsun...” çıkışını takiben iki maddelik anayasa değişikliğinin gündeme geldiği mâlûm süreci hatırlatıyor.
Galiba Erdoğan o zaman AYM’nin değişmez maddelere istinaden 2’ye 9 oyla iptal ettiği söz konusu değişikliği tekrar Meclisten geçirmek ve bu defa CHP’den, “iptal dâvâsı açmama” güvencesi almak istiyor. Ama CHP bu formüle soğuk.
Gelinen noktada MHP yine devreye girerek destek verir ve iki madde aynı şekilde Meclisten geçerse, CHP bu kez konuyu AYM’ye götürmemek suretiyle dolaylı bir katkıda bulunur mu?
Orası yine meçhul. Ve Kılıçdaroğlu, “türban sorunu”nun çözümü yönünde açıklamalar yapıyor, ama “anayasal bir çözüm”e uzak duruyor.
Öte yandan, “Nasıl bir çözüm?” bahsinde de CHP’nin kafası hayli karışık. Kılıçdaroğlu ile birlikte parti yönetimine giren sosyolog Prof. Dr. Sencer Ayata, “Saçların tamamının örtülmesi dinen zorunlu değilmiş” gibi lâflar ediyor.
Kılıçdaroğlu ise, evvelce başkalarınca da telâffuz edilen “Hizmet alana serbest, verene yasak” formülünü seslendiriyor. İlâveten, başının zorla örttürülmesinden korkanların kaygılarını yatıştıracak güvenceler verilmesi gerektiğini söylüyor.
Ayrıca AİHM, Danıştay ve AYM’nin konuyla ilgili kararlarının da dikkate alınmasını istiyor.
Bunlar, mevcut siyasî yapı içinde ve bu anlayışlarla, sorunun siyaset yoluyla çözülmesi ihtimalinin yine düşük olduğunu düşündürüyor.
Bir taraftan “Referandumda ‘hayır’ diyenlerin kaygılarını anlamaya ve giderme yollarını bulmaya çalışıyoruz” diyen Erdoğan’ın, diğer taraftan o cenahta bu kaygıların en önemli tetikleyicilerinden biri olan “anayasa zoruyla baş örttürme” paranoyasını tahrik edebilecek bir girişimi tekrar gündeme taşıması da ayrı bir handikap.
Tophane olayında medyanın tutumunu eleştirmek için kullandığı “Olgu başka, algı başka” formülü burada da tersinden geçerli değil mi?
Burada yapılacak şey, kılık kıyafeti anayasa veya yasa ile tanzim etmek değil, tersine, 12 Eylülcülerin kamu kurumlarıyla okullar için hazırladığı ve sorunun bu boyutlara gelmesinin başlangıç noktasını teşkil eden yönetmeliklerdeki “Başlar açık olacak” maddelerini iptal etmek olmalı.
Şu ortamda “Böyle bir iptal Danıştay’dan döner” deniyorsa, şimdiye kadar olduğu gibi onlara da dokunmayan, ama sorunun uygulamada çözülmesini sağlayacak bir strateji takip edilmeli.
Özgürlük hayata hakim kılınırsa, hukuk da er veya geç bu gelişmeye ayak uydurmak zorunda.