Laik cumhuriyet
Uyguladıkları istibdad-ı mutlakı cumhuriyet adı altında dayatanlar, cumhuriyet kelimesinin başına koydukları “laik” kelimesiyle de asıl niyetlerini açığa vuruyorlar.
Cumhuriyeti nasıl cumhurdan koparıp bir istibdat rejimine dönüştürüyorlarsa, laikliği de aynı şekilde asıl anlamından uzaklaştırarak, dini vicdanlara hapsetmeye çalışıyor, kurdukları baskı rejimini din karşıtı bir yere oturtuyorlar.
Israrla savunup sürdürmeye çalıştıkları şey, cumhursuz ve dine yabancı bir “cumhuriyet.”
Oysa laik cumhuriyetin dinsiz bir rejim olmadığı gerçeğini, laikliğin henüz anayasaya girmediği 1935 senesinde çıkarıldığı Eskişehir Mahkemesinde, üstelik tam da “laik cumhuriyet” kelimelerini kullanarak vurgulayan bir isim vardı:
Bediüzzaman Said Nursî...
Mahkemede yaptığı müdafaada diyordu ki:
“Hükümetin laik cumhuriyeti, dini dünyadan ayırmak demek olduğunu biliyoruz. Yoksa, hiçbir hatıra gelmeyen dini reddetmek ve bütün bütün dinsiz olmak demek olduğunu, gayet ahmak bir dinsiz kabul eder...” (Tarihçe, s. 360)
Şu ifadeler de aynı müdafaada yer alıyor:
“Nasıl ki, hükümet-i cumhuriye ‘dini dünyadan tefrik edip (ayırıp) bîtarafane (tarafsız kalarak) muhakeme’ prensibini kabul etmiş; dinsizlere dinsizlikleri için ilişmediği gibi, dindarlara da dindarlıkları için ilişmemesi, o prensibin icabatındandır (gereklerindendir).” (a.g.e. s. 376)
Yine müdafaalardan bir başka bölüm:
“Eğer laik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki, laik mânâsı bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvacılara da ilişmez bir hükümet telâkkî ederim.” (s. 626)
Bu cümlelerle ifade edilen ölçüleri, mahkeme salonlarından devleti yönetenlere verilmiş “laik cumhuriyet dersleri” olarak nitelemek yanlış olmaz: Laik cumhuriyetin nasıl olması, anlaşılması ve uygulanması gerektiğine dair dersler...
Evet, laik cumhuriyet din işlerini dünya işlerinden ayırır, ama dini reddetmez; dinsiz ve daha ötesinde din karşıtı olamaz. Tam tersine, yine Bediüzzaman’ın “Ben hükümet-i cumhuriyeyi, ilcaat-ı zamana göre bir kısım kanun-u medenîyi kabul etmiş ve vatan ve millete zarar veren dinsizlik cereyanlarına meydan vermeyen bir hükümet-i İslâmiye biliyorum” (s. 293) sözünde yaptığı tarife uygun şekilde hareket eder.
Laik cumhuriyet dine müdahale de edemez. Bu bağlamda, dini birtakım resmî kalıplar içine alıp “devletleştiremez.” Çünkü Said Nursî’nin ifadeleriyle, “Hakaik-ı imaniye (iman hakikatleri) ve esasat-ı Kur’âniye (Kur’ân’ın esasları), resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde dünya muamelâtı suretine sokulmaz...” (Mektubat, s. 116)
Laik cumhuriyetin bir özelliği, vicdan hürriyetinin gereği olarak, dinsize de, dindara da, sefahetçiye de, takvacıya da karışmamayıp ilişmemesidir. Herkes inanç ve hayat tercihini yapıp ona göre hayatını düzenlerken özgür olmalıdır.
Yani, son dönemde çok tartışılan “hayat tarzlarına müdahale”nin, laik cumhuriyette yeri yoktur. Kimse kimsenin hayat tarzına karışamaz. Hele devlet hiç karışamaz. Tam tersine, farklı toplum kesimleri arasında bu çeşit müdahaleler olursa, bunları engellemek laik cumhuriyet ilkesini benimsemiş olan devletin görevidir.
Aynı şekilde, laik cumhuriyet dinsize de, dindara da karışmaz, ama Bediüzzaman’ın yukarıda aktardığımız sözünde ifade ettiği gibi, birtakım dinsizlik cereyanları vatan ve millete zarar verecek boyutlara ulaşırsa, devlet buna karşı da tedbir almak durumundadır. Nitekim dinsizlikten beslenen anarşi ve terör bunun örneğidir.
Bu durum, dinle hiçbir alâkası olmadığı halde “din adına” yapıldığı söylenen terör için de geçerlidir. Devletin görevi onları da önlemektir.
Çok ince nüansları olan bu ölçülerin iyice anlaşılıp hazmedilmesi ve uygulanması gerekiyor ki, laik cumhuriyet mânâsı bihakkın yaşansın.