Devlet nerede?

Devlet nerede?

301. madde AB'nin (Avrupa Birliği) dayatması üzerine değiştirildi.
Türkiye’de Polis Teşkilatı'ndan başka, canla-başla görev yapan bir Kamu Kurum ve Kuruluşu maalesef yok. Müşahhas misaller verirsek, ne demek istediğimiz daha kolay anlaşılacaktır.
İktidar tarafından bir YöK Başkanı atandı. Adam büyük bir şevkle görevine sarıldı. üniversitelerdeki her türlü kanunsuz yasak kaldırılmıştır diye bir genelge yayınladı.
Mevcut üniversitelerden 16’sı genelgeye riayet etti. ülkemizde bir anda görülmemiş bir ferahlık oluşmaya başladı.
çarşılarda, pazarlarda, sokaklarda, parklarda, çay bahçelerinde, televizyonlarda, sinemalarda, yarışma programlarında, tiyatrolarda, vapurlarda, otobüslerde, uçaklarda, trenlerde, düğünlerde, derneklerde, kısacası her yerde… Başı örtülü, başı açık ayrımı yok. Bu tabiî ve fiilî durum, sosyal hayatımızın, inkâr edilemez bir gerçeğidir..
Birileri kalkıyor, pireyi deve yaparcasına… Yok başörtüsü simgeymiş, yok bilmem neymiş gibi uydurma bahanelerle toplumu bölünme ve çatışma ortamına sürüklüyor. Kimse çıkıp da böylelerine hesap soramıyor. Başörtüsü gibi bir sosyal gerçekliğin, üniversitelere de yansıması son derece normal değil mi?
16 üniversitemizin rektörleri, 1 kaşık suda fırtına koparmaya tenezzül etmediler. çünkü onlar gerçek Atatürkçülerdi. Atatürk’ün, halkından güç alarak ‘Ya İstiklâl, Ya ölüm!’ diye kükrediğinin bilincindelerdi. Halktan kopuk değillerdi. Akıllı, vicdanlı, lüzumsuz baskılardan uzak, gerçek lâik, çağdaş ve demokrat aydınlardı.
Yasalara ve Millî İradeye saygıları vardı.
YöK Başkanı'nın genelgesine göre hareket ettiler. ülkede büyük bir ferahlama oluşmaya ve yeni ümitler doğmaya başladı. Fakat ne yazık ki... Hakketmedikleri saltanat koltukları sarsılan bir başkaları da hiç vakit kaybetmeden Danıştay’a gittiler.
Sayın Danıştay, YöK Başkanı'nın genelgesini geçersiz saydı. Gerekçesi de başörtüsü yasağının Anayasa Mahkemesi'nin bir yorumuydu.
YöK gibi Anayasa Mahkemesi de Atatürk zamanında yoktu. Evrensel bir hukuk kaidesi olan ‘Kanunsuz suç ve ceza olmaz..’ ilkesinin ötesinde... Anayasa, bizzat Anayasa Mahkemesi tarafından çiğnenmişti.
Millî iradenin tecelligâhı, TBMM’dir. Yüksek Mahkeme bir yetki saptırması ile kendini kanun koyucu olan Meclis’in yerine koymuştu. Yeni çıkan değişik Anayasa'yı da hiç kâle almamaktadır. O değişiklik ki; TBMM'de 411 oy çokluğu ile kabul edildi. Bu, Meclis tarihimizde bir rekordu.
Anayasa'yı koruması gereken kurumlar, alenen Anayasa'yı çiğniyor.. Kısacası devletin kurumları, devlete karşı.. Bu durumda devlet nerede diye sormak, hakkımız değil mi?
Bir ülkede, kendilerinden hesap sorulamayan kurum ve kuruluşlar oldukça, o ülkede insan hakları ve demokrasiden bahsedilebilir mi? Kurumlar bir yana… Kişilerden bile hesap sorulamıyor.
Meselâ Türkiye’deki sol basının en kişilikli organı olan Cumhuriyet Gazetesi’nin başyazarı ile en tanınmış yazarlarından biri, yıllardır düşmanlık ettikleri ABD'nin (Amerika Birleşik Devletleri) ajanları çıkmasın mı? Kimse onlara da hesap soramıyor. Yukarıda da söylediğimiz gibi, Türkiye’de en sağlam kurum, Polis Teşkilatı'dır.
Yazık ki onların da değerini bilen yok. Hiç uzatmadan söyleyelim: Polis Teşkilatımız, rejimi ve devleti âdeta tek başına ayakta tutan, çileli, fedakâr, vatanperver millî bir kurumumuzdur.
özel Harekât Teşkilatı dağıtılmasaydı, Terör asla bugünkü kadar azamazdı. Polisin gayreti olmasaydı, ne vurguncu, soyguncu, hortumcu, büyük hırsızlardan, ne de gizli örgütler ve çetelerden haberimiz olurdu. Polis müdürleri, müsteşarlar, polis memurları da genel müdürler kadar maaş almalılar. Bu onların en tabiî haklarıdır. Alacakları para, analarının ak sütü gibi kendilerine helâl olsun. Denilecek ki; bu kadar para nereden bulunacak? Son derece kolay.
Polisin yakaladığı büyük hırsızlardan birinin çaldıkları elinden alınsa, polis teşkilatımız sürünmekten kurtulur. Polis kardeşlerimiz, yılın her gününde, günün her saatinde görev başındalar.
AK Parti, seçim beyannamesinde polislere 400 YTL zam yapacağını vaat etmişti. Bu yetmez. Ancak yukarıda yazdığımız paralarla polisimiz sürünmekten kurtulacaktır inşallah...
Ankara Hukuk Fakültesi'nden devre arkadaşım, dünya iyisi İçişleri Bakanımız, Muhterem Beşir Atalay beyefendiden bu hayırlı hizmeti bekliyoruz. Böyle bir proje veya teklifi, yoksulluk hayatının ve nice çilelerin içinden gelmiş olan, yiğit Başbakanımızın canı gönülden destekleyeceklerinden eminiz.
Hangi görev devleti ayakta tutma görevi kadar kutsaldır? Fedakâr ve çilekeş polislerimizin yüzünün gülmesi, devletin güçlenmesi, halkın huzura kavuşması, milletimizin de çağdan uygarlığın üzerine çıkmasıdır. Atatürk’ün vasiyeti de ancak bu şekilde yerine getirilmiş olur. Bütün insanlık da yükselmenin nasıl olduğunu görür. Bu konuda da mazlum milletlere örnek oluruz. Sevgi, saygı ve dualarımızla...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi