İnanç dersi
Zorunlu din dersleriyle ilgili olarak bir türlü sonu gelmeyen yoğun ve hararetli tartışmalar, derin bir problemin hâlâ çözülememiş olarak devam ettiğini gösteriyor.
12 Eylülcüler, dindarların desteğini almak için din derslerini anayasa ile zorunlu hale getirdiler, ama dersin içeriğini resmî ideoloji propagandası ile doldurdular. Ve bu durum hâlâ devam ediyor.
Aslında okullardaki din eğitiminin yetersizliği, öteden beri halkın şikâyetçi olduğu bir durum.
İmam hatip okullarına gösterilen yoğun ilginin arkasında “Çocuğum dinini iyi öğrenmeli” talebinin yattığı da, herkesçe bilinen bir vakıa.
İlâveten, kızların bu okullarda tesettürlü olarak okuma imkânı bulması da önemli bir etken.
Tâ 28 Şubat süreci patlak verinceye kadar...
O süreçte temel eğitim, “5+3 şeklinde olsun” taleplerine kulak tıkanıp “kesintisiz” olarak sekiz yıla çıkarılırken, imam hatiplerin orta kısımlarına kilit vuruldu. Lise kısmını bitirenlere de üniversite yolu alabildiğine daraltıldı. Dahası, diğer meslek liseleri de İHL’lerin narına yandı.
Başörtüsü yasağının İHL’lere taşınması ile, kızların orada okuma süreci de sabote edildi.
Gelinen noktada, derin dayatma ve tazyiklerle Meclisten geçirilen o düzenlemenin din ve meslek eğitimine vurduğu darbe sonucu, hayatın her alanında birikerek gelen ve giderek kronikleşen bir sorunlar yumağı ile karşı karşıyayız.
Son Millî Eğitim Şûrâsında zorunlu temel eğitimin 1+4+4+4 formülüyle 13 yıla çıkarılması yönünde alınan karar, “kesintisiz 8 yıl” dayatmasıyla yol açılan tahribatı izale niyet ve kastının bir ifade ve tezahürü olarak görülebilir mi?
Ama bu “tavsiye kararı”nın ne zaman ve daha önemlisi nasıl bir içerikle uygulanacağı belirsiz.
Peki, dine karşı laikçi ve fanatik saplantılardan kaynaklanan engellemeler aşılıp da, halkı tatmin edecek bir din eğitiminin yolu açılabilir mi?
Burada söz konusu eğitimin nasıl bir temel ve “felsefe”ye bina edileceği meselesi çok önemli.
Ve esasen, bu konunun başından beri kısır polemiklere kurban edilip, sonuçta nice nesillerin dinden habersiz, hattâ dine uzak ve yabancı olarak yetişmesinde, işin bu cihetinin ihmal edilmesi son derece kritik ve hayatî bir role sahip.
Farkına varılıp üzerinde durulması gereken en önemli nokta, din eğitiminin öncelikle sağlam bir inanç temeline dayandırılması gereği.
Şimdiye kadar din eğitimi, imanın temel esaslarının özetlendiği Amentü metnini ezberletip kısa anlamını verdikten sonra hemen ilmihal bilgilerine geçivermek şeklinde uygulanagelmiş.
Halbuki akıl ve bilimin öne çıktığı bu çağda, öncelikle ve özellikle iman esaslarının tahkikî bir şekilde anlaşılıp anlatılmasına ihtiyaç var.
Akılları ikna ve gönülleri tatmin edecek izah ve ispatlar eksik kalırsa, materyalist cereyanların zihinlere aşıladığı şüpheler izale edilemez.
Giderilemeyen şüpheler de inkâra dönüşür.
Onun için, teslimiyete dayalı imanların kuvvetli olduğu eski çağlarda hazırlanmış ilmihal eksenli din eğitimi programları, bu zamanın ihtiyaçlarına cevap veremiyor. Dinin bazı konularının pozitif bilim ve akılla çatışıyor şeklinde takdim edilmesi de, modern eğitim süreçlerinden geçen birçok insanı dinden uzaklaştırıyor.
Bunlara karşı, çağımızdaki eğitim programlarının, aklın nuru olan modern fenlerle vicdanın ziyası olan dinî ilimleri harmanlayıp kaynaştıran yeni izah tarzlarına dayandırılması lâzım.
İşte Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur adını verdiği eserlerinde bunu gerçekleştirmiş.
Medresetüzzehra adlı üniversite projesinde de aklı imanla, bilimi dinle buluşturan tahkikî iman temelli bir eğitim anlayışını ortaya koymuş.
Ve Türkiye’nin de, dünyanın da aradığı formül, onun ortaya koyduğu orijinal yaklaşımda.
Zorunlu din dersine karşı çıkarken “İnanç dersi zorunlu olsun” diyen Serdar Turgut’un yazısı (Habertürk, 6.11.10), bize bunları düşündürdü.
5.6.04 tarihli “İman eğitimi” yazımızla birlikte.