Ne zafer ne hezimet sadece idare edildik
NATO'nun Lizbon Zirvesi üzerine daha çok şey söylenecek ve yazılacak. Çünkü, daha zirvede alınan kararların tamamı açıklanmış değil. Gizli maddeler ve niyetler söz konusu. Bu arada Füze Kalkanı sorunu da sonuçlanmış değil. Bu konuda daha uzun süre pazarlıklar sürecek. Bu bakımdan Lizbon'u zafer ilan etmek de hezimet olarak nitelendirmek içinde zaman erken. Aslında zafer ya da hezimet tezinden birini savunmak, bu iki kanattan birinin yanında yer almak çok kolay. Lizbon'u hezimet ya da zafer ilan etmek çok kolay. Önemli olan zafer ya da hezimet anlayışı arasında sıkışıp kalmak yerine işin aslının topluma aktarılmasıdır.
Çünkü, hezimet deyip toplumu karamsarlığa, zafer deyip iyimserliğe kaptırmanın fazla bir anlamı yok. Ancak, varılan sonucun Türkiye'nin iradesi ile oluştuğunu, yani belirleyicinin Türkiye olduğunu söylemenin yanlışlığına dikkat çekmek istiyorum. Böyle bir söylem hem kendimizi hem de toplumu kandırmak anlamına gelir.
Elbette Türkiye'nin bazı istekleri hatta ısrarlı bir tavrı olmuştur. Bu isteklerden bazıları da görünüşte kabul edilmiştir. Daha doğrusu kabul edilmiş gibi yapılmıştır. Bu ülke insanına Lozan Anlaşması yıllarca zafer olarak takdim edildi ama daha sonra özelliklede gizli maddeler açıklanınca ortada bir zaferin olmadığı anlaşıldı. Belki Lozan'ı hezimet olarak nitelendirmek aşırı bir nitelendirme olabilirdi ama zafer olarak nitelendirmek de ayakları yere basmayan bir yorumdan öte gitmiyordu. Kaldı ki, bu defa ortada Lozan'ın şartları yok. Türkiye o günkü gibi köşeye sıkışmış da değil. Bu bakımdan Türkiye, Lizbon'da isteklerinin kabulü yönünden Lozan'a göre çok daha fazla direnebilirdi. Ancak, öyle söylendiği gibi ne bir direnme ne de köşeye sıkıştırılma var.
Bu noktada esas üzerinde durulması gereken ise Türkiye'nin ABD ve AB ile ilişkilerinin doğru bir değerlendirmesinin yapılmasıdır. Dış politikada Türkiye açısından belirleyici olan bu iki ayakla ilişkilerimiz gerçekçi bir değerlendirmeye tabi tutulamadığı takdirde havanda su dövmeye devam ederiz. Özellikle dış politika konuları iç politikada oya tahvil edilmek için kullanılır, taraflar birbirilerini mat etmeye çalışırlarsa kaybeden sadece Türkiye olur.
Şahsen yıllardan beri Türkiye'nin AB'ne girmesine karşı olanlardanım. Bunun sebeplerini bu köşede yüzlerce defa dile getirmeye çalıştım. AB'de bizim karşı oluşumuzu haklı çıkarmak için elinden geleni yapıyor. Son açıklanan İlerleme Raporu dikkatlice incelendiğinde görüleceği gibi Türkiye'ye yönelik değerlendirme İlerleme Raporu değil adeta İlerlememe Raporu niteliğindedir.
Bir bakıma Türkiye'yi dışarıda tutmak ve sonunda imtiyazlı ortaklığı kabule zorlanmaya yönelik bir rapordur. Böyle bir ortaklık kabul edilir mi, bunu bir takım Batı aşıkları kabul etmeyi içlerine sindirebilirler mi bilemeyiz ama NATO zirvesinde de gördük ki hem AB hem de NATO üyesi bazı ülkeler Türkiye'ye karşı tavırlarını orada da sürdürmüşlerdir. Zirvede ABD ise iki tarafı da idare etmiş, neticede kendi istediğini elde etmiştir. Kısacası ABD dayatması sonuç vermiştir.
Bu açıdan olaya bakıldığında gerek ABD gerek AB Türkiye'yi dışlayıcı bir tavır sergilemektedirler.
Yarın ABD'nin isteği ile İran'a karşı bir müdahale gündeme geldiğinde AB üyesi Avrupa ülkeleri itirazsız ABD'nin isteğine destek vereceklerdir. İşte o zaman Lizbon'un zafer mi yoksa hezimet mi olduğu ortaya çıkacaktır. Kaldı ki, ABD kendi istediği sürece bir ülkenin sırtını sıvazlar ama çıkarlarına ters bir durum gördüğünde hemen tüm dostluk söylemlerini unutarak darbeye kadar varan müdahaleyi gündemine alabilir.
Bu tür uygulamaların ülkemizde pek çok örneğini gördük. Ayrıca Amerika'nın eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman'ın, "AK Parti fazla şımardı, tedbir almalıyız" şeklindeki sözleri de Türkiye'yi uslu durmaya, Amerika isteklerine karşı çıkmamaya zorlamanın bir başka şeklidir. Bunun için komşularla sıfır sorun olarak nitelendirilen ve öncelikli olarak İslam dünyasını kucaklayıcı ve bütünleşmeye gidici dış politikanın süreklilik kazanması gerekiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.