Gizlilik ve açıklık
Bazı devletler gerek iç işleyişleriyle, gerekse dış ilişkileriyle ilgili resmî belgeler için belli sürelerle koydukları “gizlilik” kayıtlarını, o süreler dolduktan sonra tedrîcen kaldırıyor ve arşivlerinin o kısımlarını açıyorlar.
Geçen iki yüzyılda dünya politikasının en etkili gücü olan İngiltere bunların başında geliyor.
Gizlilik kayıtları kalkıyor, çünkü ilgili oldukları olaylar ve süreçler çoktan tamamlanmış, sonuçlarını vermiş ve tarihe mal olmuş. Açıklanmaları, sadece tarihin karanlık sayfalarını aydınlatıp, geleceğe ışık tutma anlamında önemli.
(Tabiî, bunların gizli olmaktan çıkarılması, uzun bir sürecin yalnızca ilk adımı. Sonrasında içeriklerine ilgi duyan akademisyen ve araştırmacıların arşivlere girip söz konusu belgeleri detaylı şekilde inceleyerek makale ve kitap konusu yapmaları, bunların yayınlanması ve kitle iletişim araçlarıyla kamuoyuna mal edilmesi gerekiyor ve daha ziyade güncele odaklanan medyanın dikkatini bunlara çekebilmek açısından, içeriklerini sıcak gündemle de irtibatlandıran orijinal sunum ve “pazarlama”lara ihtiyaç var.)
Belgelerdeki gizliliğin devlet kararıyla kaldırılmasında, bilinçli bir programın, önceden belirlenen takvime göre uygulanması söz konusu.
WikiLeaks sitesine ulaştırılan belgelerde ise, —görünüşe bakılırsa—ilgili devletin irade ve inisiyatifi dışında başka aktörler devreye giriyor.
Sızdırma, inceleme, denetleme, ayıklama, sansürleme, yayın süreçleri, birbirine bağlı halkalardan oluşan bir zincir halinde, topyekûn bir organizasyonun parçaları olarak gerçekleşiyor.
Ve bu durum, birşeyler üzerindeki gizlilik perdesini kaldırma görüntüsü altında, başka birşeyleri örtme gibi bir senaryonun uygulandığı yolunda hayli kuvvetli şüpheler uyandırıyor.
Bu gelişme, “diplomaside mahremiyete son” gibisinden değerlendirmelere de konu oluyor.
Belki işin bir ciheti itibarıyla öyle. Ama zihinlerde kuşku oluşturan diğer taraflarının da sansürlenmeyip açıklığa kavuşturulması şartıyla.
Bu açıdan, dünya politikasında ana statükoyu oluşturan, dengeleri yeniden tanzim eden, sınırları çizen, devletleri tanıyıp onlara bağımsız birer hükmî şahsiyet muamelesi yapan uluslararası anlaşmaların, bütün arkaplanlarıyla birlikte hâlâ aydınlatılmayı bekledikleri de bir vâkıa.
Bilhassa Birinci Dünya Savaşından sonra Osmanlı coğrafyasını galipler arasında taksim etmek için yapılıp da tam olarak netice vermeyen ve Lozan’la revize edilen Sevr ve Mondros Anlaşmaları ile, İkinci Dünya Savaşını takiben akdedilen Yalta Anlaşmaları bunun tipik örnekleri.
1989’da SSCB’nin dağılıp demir perdenin yıkılmasından sonra, eski Sovyet cumhuriyetlerinin bağımsız devletlere dönüştüğü süreçler de.
Şimdilerde ise, temelinde enerji havzalarındaki aslan payını alma hedefi üzerinde cereyan eden nüfuz ve rekabet yarışı kıyasıya sürüyor.
Bu yarışların kimi zaman işgal, kimi zaman renkli devrimler, kimi zaman da kısa süreli çatışmalar şeklinde yaşandığı yerler Irak ekseninde Ortadoğu; Afganistan ve Kırgızistan’a yansıyan boyutlarıyla Orta Asya; Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Ukrayna ve Çeçenistan örneklerinde görülen gelişmelerle de Kafkasya.
Ve başlı başına adresler olarak İran ve İsrail.
WikiLeaks üzerinden gündeme taşınan belgeler, illâ ki bir şekilde bu çatışmalarla irtibatlı.
Kapsama alanlarındaki ülkelerin yöneticileri, kurumları, bunların birbirleriyle ilişkileri, muhtemel kriz ve gerilim alanları, etkili konumdaki kişilerin şahsî zaaf ve handikapları, haklarındaki farklı iddialar... bağlamında en sıradan gibi görünen detaylar dahi, “büyük resim” içinde işlev görmesi öngörülen kayıtlar olarak yer almakta.
Ve bunları kayda geçiren yazışmaların bütünü, resmî devlet politikalarının oluşturulmasında doğrudan veya dolaylı olarak etkili olmakta.
Nüfuz savaşlarında diplomatlar dün olduğu gibi bugün de kilit rol oynamaya devam ediyor.