Medyadaki değişim
Türkiye’de başından beri resmî ideolojinin propagandisti olarak kurgulanan ve o şekilde çalışan basın, geneli itibarıyla, Babıali’de iken de, plazalara taşındıktan sonra da bu özelliğini çok büyük ölçüde devam ettirdi.
27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül müdahaleleri, Babıali basınının aktif katkılarıyla gerçekleşti.
28 Şubat ve 27 Nisan süreçlerinde ise, plaza medyası aynı fonksiyonu üstlendi. Gazete manşetleri ve TV anahaber bültenleri, Genelkurmay brifinglerinden aktarılan mesajlarla veya etkin generallerin telefon talimatlarıyla oluşturuldu.
Arşivler, bunun çok ibretli örnekleriyle dolu.
Medyanın bu tavrı olmasaydı, Türkiye’de demokrasi çok daha erken tarihlerde yerleşebilirdi.
Tabiî, medya derken, onu bu antidemokratik çizgide kullanan asker-sivil bürokrasi, üniversite ve sermaye ittifakını birlikte düşünmek lâzım.
Gelinen noktada, dış ve iç gelişmelerin etkisiyle, bu antidemoktatik ittifak bir miktar güç kaybına uğradı. Özellikle AB sürecinde gerçekleştirilen reformlar, dengeleri epeyce değiştirdi.
Bu değişim medyaya da bir ölçüde yansıdı.
28 Şubat sürecinin tetikçiliğini yapan medya gruplarının önemli bir kısmı dağıldı. Meselâ artık Uzan ve Bilgin grupların yerini başkaları aldı.
“Merkez medya” olarak nitelenen kesimin en güçlü grubu Doğan medyası da bir hayli sarsıldı.
Bunda önemli payı olduğu düşünülen rekor düzeydeki vergi cezaları, bir taraftan yargı kararlarıyla iptal edilip diğer taraftan hükümetin çıkardığı vergi barışı kapsamında ciddî oranda düşürülse de, psikolojik etkisi hâlâ devam ediyor.
Grup bünyesinde, sembolik anlamı çok yüksek kadro değişimleri de yaşanıyor. Adı kurumla özdeşleşmiş yönetici ve yazarlar tasfiye ediliyor.
Buna karşılık, bir alternatif medya doğuyor.
Ama bunun gerçek anlamda demokratik bir medya yapısı ortaya çıkaracağını söylemek için henüz erken. Çünkü “alternatif medya” kategorisinde değerlendirilebilecek yayın organları her ne kadar—Ergenekon ve Balyoz örneklerinde olduğu gibi—bazı konularda demokrasiden yana bir tavır koysalar da, resmî idelolojiyi temelinden eleştiren bir yaklaşıma şu an için uzaklar.
Tam tersine, el değiştiren grupların yeni sahipleri, ilke ve inkılâplar ve resmî ideoloji sembolleri söz konusu olduğunda, Doğan grubu ve Cumhuriyet gazetesiyle aynı dili kullanıyorlar.
AKP’nin takip ettiği çizgi de öyle değil mi?
Böyle olunca, değişiklik sadece iktidar partisiyle ilgili tavırda kendisini gösteriyor. Muhalefetten “yandaş”lık pozisyonuna geçiliyor veya en azından o istikamette bir görüntü oluşturuluyor.
Bunun sağlıklı bir değişim olduğunu söyleyebilmek zor. Atanmış bürokratların ve onlarla ittifak halindeki diğer güçlerin dayatmalarına karşı seçilmişlerin yanında yer almak elbette ki demokrasinin gereği, ancak bunu kayıtsız şartsız bir “yandaşlık” noktasına vardırmamak şartıyla.
Bunun için, millet iradesine saygı ekseninde demokrat ve bağımsız bir duruşa ihtiyaç var.
Aksi halde, siyasî iktidara eklemlenmiş veya o görüntüyü veren bir medya yapılanması, rant ve çıkar paylaşımı tartışmalarının da odağında yer almaktan kurtulamaz ve yine güven kaybeder.
Medyanın el değiştirmesinde üzerinde durulması gereken bir diğer çok önemli nokta da şu:
Bu değişimin yayın politikalarına yansıması sadece siyasî tavırla sınırlı kalır ve onun dışında özellikle gayri ahlâkî, müstehcen yayınlar aynı şekilde devam ederse, işin o boyutunda da son derece ciddî problemler söz konusu demektir.
Ki, statükonun “yandaş medya” olarak nitelediği yayın organlarının epeyce bir kısmında işin bu yönünün çok vahim ve düşündürücü bir şekilde tezahür ettiğini hep birlikte görmekteyiz.
Onun için, medyadaki alternatif yapılanmanın, her an değişebilecek ve farklı spekülasyonlara da açık siyasî dengelere değil, köklü ve sağlam prensiplere, manevî ve ahlâkî değer ölçülerine bina edilmesi gerekiyor ki, kalıcı olabilsin.