Toplumun kendine ve yönetenlere güvenmesi
Bu ülkede yıllarca bir toplu iğne bile yapamadığımız/yapamayacağımız tezi işlendi. Öylesine işlendi ki bir süre sonra bu söylem toplumun beyninde yer etti, beyinlere kazınmış oldu. Adeta hiçbir şey yapamayacağımız, başkalarının yaptığını almakla yetinmek zorunda olduğumuz gibi bir anlayış gelişti. Bu anlayış topluma yerleştirildikten sonra zaman zaman kendi uçağımızı, tankımızı, topumuzu kısacası savaş araç ve gereçlerini üretmek içinde ağır sanayimizi kurmamız gerektiği tezini gündeme getirenlerin sesi beyinleri yıkanmış çevreler tarafından ya topluma duyurulmadı ya da mizah konusu haline getirildi.Ya da birileri atılan temeli söküp Ankara'ya getirerek siyasi şov yaptığını sandı. Ama sonunda utanan, özür dileyen yine kendisi oldu. Bunu yapanların bazıları ülkemiz üzerinde hesapları olan dış güçlere hizmet ettiklerinin farkındaydılar ama önemli bir bölümü bunun farkında olmadan yıllardan beri tekrarlanan bir söylemin etkisi altındaydılar. Halbuki bu millet 500 yıl önce kendi topunu, tüfeğini kendisi üretmişti. Bu gerçek neden unutuldu/unutturuldu. Sadece İstanbul'un fethi yıldönümlerinde hatırlanır oldu. Bu arada bundan 50 yıl önce Kayseri'de tamamen yerli uçak üretmiş olduğumuzda nedense unutturulmaya çalışıldı. Yine 50 yıl önce bu ülkede tamamen yerli otomobil üretilmiş iken bugün ülkemizin otomobil montaj üssü haline gelmiş olması ile övünülmesini insan anlamakta zorluk çekiyor.
Kısacası bu ülkeyi düzen kurucu, son sözü söyleyici konuma getirmenin sevdasını taşıyanlar ile uydu olarak kalmayı tercih edenlerin mücadelesi hep sürüp geldi. Maalesef üzülerek belirtelim ki uydu olmakla yetinenler bu ülkede uzun yıllar söz sahibi oldu. Bu yüzden de ağır sanayinin kurulması yönünde atılan adımlar bir takım hileler, hatta darbelerle atıl bırakıldı. Kısacası güçlü ülke olmamız, belirleyici ve düzen kurucu hale gelmemiz engellendi. Böylece ülkemiz hakkında bir takım emperyalist ülkeler son sözü söylemeye devam ettiler. Parasını ödediğimiz uçakları ve gemileri teslim etmeyenlere karşı toplumsal tepki oluşturmak yerine nedense, kendi uçağımızı, tankımızı, topumuzu kendimiz yapalım diyenlere karşı bir takım çevreler sürekli mücadele halinde oldular. Hem de bunu yaparken bir taktım siperleri kendilerine korunak olarak kullandılar.
Bütün bunlar bana 1970'li yılları hatırlattı. Erbakan Hoca'nın ağır sanayi hamlesi bayrağını yurt çapında dalgalandırdığı yıllar gözümün önünden geçmeye başladı. Söz gelimi önceki gün kendi savaş uçağımızı yapmak üzere Savunma Sanayi İcra Komitesi'nin TUSAŞ ile anlaşma imzalaması alıp geçmişe götürdü. Kuruluş törenine katılmış, o heyecanı yüreğimde duymuştum. Çünkü, ülkemizin uşak değil lider olmasını yürekten istiyor, bunun olabileceğine de adımız kadar emindik. Bu inancı bize Muhterem Erbakan Hocamız aşılamıştı. Ne var ki buna inanmayanlar bu ülkeyi uzun yıllar yönetmiş olmanın sonucu belli köşe başlarını ele geçirmişlerdi ve bu imkanı bir takım hamlelerle engellemek için kullanıyorlardı.
Şimdi geriye dönüp baktığımda eğer engellenmemiş olsaydı bugün anlaşması imzalanan savaş uçakları bundan 30 yıl önce semalarımızda uçuyor olacaktı. Türkiye olarak milyarlarca doları uçak alımına vermemiş olacaktık. Buna rağmen kendi savaş uçağımızı üretmek üzere atılan imzanın hayata geçirilmesi en büyük dileğimizdir. Korkumuz atılan imza bazı kişi ve kurumlar tarafından kağıt üzerinde kalmaya mahkum edilmesin. Olmasın ki, kendisinden aldığımız uçakların tamiri için ABD bundan sonra ülkemizi İsrail'e yönlendirmesin/yönlendiremesin. Ve yine uçaklarımızın bir takım elektronik programları İsrail ya da bir başka ülkenin elinde olmasın. Çünkü, böyle tam bağımsız olunamaz. Tam bağımsız olmanın yolu ağır sanayiye sahip olmaktan özellikle de kendi salaş sanayimizi kurmaktan geçiyor. Çünkü, ülke olarak çıkarlarınızı korumak için savaşmak zorunda kaldığınızda sizin bu hamleniz dost ve stratejik müttefik sandığınız ABD tarafından engellenmekte, uygulanan ambargo ile uç açağınızı uçuramaz hale gelmektesiniz.
Bu arada bu konularla uğraşmak, bunlara kafa yormak gerekirken TBMM'yi şov alanına çevirmelerini, bir takım farklılıkları adeta kan davasına dönüştürme gayreti içinde olan siyasileri hatırlamak, üzülmemek mümkün olmuyor.
Halbuki öncelikli olarak hangi ırka ve inanışa sahip olursak olalım rahat ve huzurun yolu hak ve özgürlüklerin tam olarak yaşanabildiği güçlü bir ülkede yaşamaktan geçer. Öncelikli konu ülkemizi güçlü kılmak olmamalı mıdır?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.