Yargı bugün mü çöktü?
Yargı üzerine tartışmalar uzun süre yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı etrafında sürdürüldü. Ve bu tartışmalar anayasa değişikliğini içeren referandum ile sona erdi. Ardından iş yoğunluğu sebebiyle her sene 10 binlerle ifade edilen davanın zaman aşımından düşmesi gündeme geldi. Şimdi ise yıllar önce yapılmış bir yasa değişikliğinin geçen yılın son günü yürürlüğe girmesi ile birlikte başlayan tahliyeler sebebiyle yargı yine tartışmanın odağında.
Belli ki yaşanan bir sorun var. Ve bu sorun artık gizlenemez bir noktaya gelmiş durumda. Özellikle de yargının iş yoğunluğu sebebiyle uzun yıllar sonuçlandırılamayan davalar ciddi bir sorun oluşturuyor. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı elbette çok önemli. Bağımsız ve tarafsız olmayan yargının adalet dağıtması mümkün olmaz. Ancak, bugün önümüzde duran sorun çok daha farklı. Tam bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlanmış bile olsa yargının yoğun iş yükü altında adalet dağıtamaz hale gelmiş olmasını tartışıyoruz.
Bu arada yargı ile yasama arasında devam eden kimin suçlu olduğuna dair tartışmalar bize göre işin özünden uzak ve kopuk. Şu anda tartışılması gereken husus kimin suçlu olduğu değildir. Çünkü, bir defa birikmiş ve yüz binlerle ifade edilen dava dosyalarının sorumlusu olarak bugünkü yürütmeyi göstermek sanıyorum adalet duygusu ile bağdaşmaz. Ve haksızlık olur.
Bu arada iş birikmesi sebebiyle yargıyı da suçlamanın bir anlamı yok. Belli ki uzun yıllar boyunca hantal bürokrasi sebebiyle bir yığılma meydana gelmiş. Bugün otaya çıkmış olan bu duruma biran evvel çözüm bulunması gerekiyor. Çözüm bulunmalıdır ki bundan sonra olsun davalar zaman aşımından düşmesin.
"Çuvallayan adalet", "Adalet rafa kalktı" ya da "Çöken yargı" gibi nitelendirmelerle yaşanan sıkıntıya ne doğru teşhis koymak ne de derde derman olmak mümkündür. Çözüm kadroların takviyesinden geçiyor. Bunun nasıl yapılacağı ise yargı ile yürütmenin işi. Yargı ihtiyaçlarını bildirecek, yürütme de imkanlar ölçüsünde bu talepleri cevaplandıracaktır. Ancak hemen belirtelim ki üç alanda 'imkanımız yok' diyerek çözümü ertelemek doğru olmaz. Bu üç alan, yargı, eğitim ve sağlıktır. Devletin asli görevi bu üç alanda yapılması gerekenleri yapmak ile iç ve dış güvenliği sağlamaktır. Diyebiliriz ki bugüne kadar yukarıda sıraladığımız üç alan güvenlik yanında ihmal edilmiştir. Sanıyorum yürütmenin esas meselesi işte yıllardan beri ihmal edilmiş olan bu alanlarda ileri adımlar atmaktır. Bu adımların atılmadığını söylemek haksızlık, işi siyaset malzemesi yapmak anlamına gelir. Kaldı ki yargı, eğitim ve sağlık konusunun siyaset malzemesi yapmak sadece ülkeye zarar verir. Atılan adımların yetersiz olduğu da ortadadır.
Tahliyeler sebebiyle gündeme gelen yargıdaki iş yoğunluğu öyle bir noktaya gelmiş ki Yargıtay'da her dosya için 6 dakika ayrılabiliyormuş. Diyelim ki bu çalışma temposu ile birikmiş dosyalar azaltıldı ve zaman aşımı ortadan kaldırıldı. Bir dosyaya 6 dakika ayırarak adaletin gerçekleşmesi sağlanabilir mi?
Bu bakımdan şu noktada kimin suçlu olduğu etrafındaki tartışmalardan çok meseleye nasıl çözüm bulunacağının tartışılması gerekiyor. Eğer derdimiz var olan çok önemli bir probleme çözüm bulmak ise yapılması gereken bu. Ama maksadımız çözüm bulmak değil de var olan problem kullanılmak suretiyle siyasi ve ideolojik çıkar sağlamaksa bu noktaya bu tavır sebebiyle geldiğimiz unutulmamalıdır.
Bu noktada Yargıtay'da birikmiş olan 1.5 milyon dosyanın sorumlusu olarak yargıyı göstermek de bugünkü iktidarı göstermek de haksızlık olur. Bu tür yanlışlar bahane edilerek yargının yerden yere vurulması da yanlıştır. Yıllar boyu siyasiler yerden yere vuruldu, atanmışlara destek olundu ama geldiğimiz noktayı görüyoruz. Bu bakımdan problemlere çözüm ararken bazı kurumların itibarının korunmasına dikkat etmek durumundayız. Eleştiriler yapılırken sadece yargı değil tüm kurumların itibarının korunmasına dikkat etmek gerekiyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.