Sabrın sınırı nerede biter?
Başbakan Erdoğan'ın Erzurum konuşmasını televizyon kanalları arasında dolaşırken tesadüfen yakaladım. Konuşmanın geneline katıldığımı belirttikten sonra kafama takılan bazı hususlara dikkat çekmek istiyorum.
Başbakan Erdoğan konuşmasında özellikle AB ülkelerinin sürekli olarak Türkiye'yi oyaladıklarını, hiçbir ülkeye yapmadıklarını bize karşı yaptıklarına dikkat çekerek, "Gerçek niyetiniz ne ise onu söyleyin. Oyalayıp durmayın" dedi. Bu arada AB ülkelerinin Türkiye'yi oyalamaktaki niyetlerinin ne olduğunun da farkında olduklarını buna rağmen sabırla bekleyeceklerini vurguladı. Ama sabrında bir sınırının olduğunu belirtti. Buna karşılık sabrın sınırını neyin belirlediğini, AB ne yaparsa sabrımızın taşacağını açıklamadı. Siyaset konuyu böyle belirsiz bırakmanın adımıdır bilemem. Ancak, eğer sabrın sınırı derken bazı kırmızı çizgilerimize vurgu yapılıyorsa bu çizgilerin ne olduğunu milletin bilmek hakkı değil midir? Söz gelimi AB bunca yaptığından sonra daha ne yaparsa sabrımız taşacaktır? Bunun ardından akla hemen başka bir soru geliyor. O da sabrımızın taşması halinde ne yapacağımız, tavrımızın ne olacağıdır.
Söz gelemi takip edebildiğim kadarıyla AB'nin omurgasını oluşturan ülkelerden Almanya ve Fransa Türkiye'nin üyeliğine kesinlikle karşıdır. En azından şimdilik böyle görünüyorlar. Gelecekte bu tavrın değişebileceğini düşünerek her türlü dışlamaya sabretmenin yararı ne olabilir? Bu da ayrı bir soru. Kaldı ki söz konusu ülkelerin tavırlarında bir değişikliğin olması uzun yıllar alacaksa bize yine de sabretmek mi düşecek? Türkiye'nin AB ülkelerine üyelik konusunda kesin bir tarih vermesi gerekmez mi?
Bu noktada konu üzerinde duruşum AB'ye taraftar oluşumdan kaynaklanmıyor. Sadece madem ülkemin önüne bir mesele olarak AB üyeliği getirip dayatıldı; bunun irdelenmesi gerekir diye düşünüyorum.
Kısacası sabırlı olmaya bir itirazım yok ama sözü edilen sabrın sınırları belirsizliğe terk edildiği sürece bunun adı sabır olmaz, olsa olsa mevcut hale rıza olur.
Başbakan'ın AB, Yunanistan ve Kıbrıs konusundaki söylemi genellikle olumlu gibi görünmekle birlikte hep Türkiye'nin taviz veren taraf olmaya devam edişinin bu olumlu söyleme karşı insanda şüphe oluşturduğunu belirtmekte yarar var.
Kaldı ki, benim Başbakan'ın konuşmasını dinlerken haberdar olmadığım daha sonra öğrendiğim Papandreu'nun konuşmasında Kıbrıs'ta Türkiye'yi işgalci olarak nitelendirmesi, Türkiye'ye geleceği sırada Ege üzerinde bazı Türk uçaklarının Yunan hava sahasını ihlal ettiği gibi sözler sarf etmesinin Başbakan Erdoğan'ın boşuna iyi niyet mesajları verdiğini, onun iyi niyetinin gerek Yunanistan gerek AB tarafından karşılık bulmadığını gösteriyor. Buna rağmen ille de biz iyi niyetliyiz diye karşımızdakileri zorlamanın bir anlamı var mı?
Böyle deyince hemen herkesle kavga edelim, kızdıklarımıza savaş açalım diyor değilim. Ancak, tek taraflı iyi niyet beyanı ve gösterisinin bir sonuç vermeyeceğini de artık bilelim. Başbakan Erdoğan'ın tüm iyi niyetli söylem ve eylemlerine karşılık adamın ülkemizde ve Başbakan'ın gözünün içine bakarak Türkiye'yi Kıbrıs'ta işgalci ilan etmesini bırakın iyi niyetle izah etmeyi tam bir küstahlık değil mi?
Papandreu öyle söyledi diye elbette, "Bizim seninle konuşacak bir şeylimiz yok, geldiğin gibi ülkene dön" denemez. En azından ev sahipliği buna izin vermez. Ancak, Başbakan'ın Papandreu'nun o sözlerine gereken cevabı vermesi gerekirdi. Ama vermedi. Dünkü iktidar yanlısı gazeteler her ne kadar aynı tonda karşılık verildiği gibi bir hava estirmiş olsalar da işin gerçeği maalesef öyle değil.
Bölgemiz ülkelerine ve komşularımıza karşı barışçı bir tutumun sergileniyor olması ve bu tutumun Başbakan tarafından savunulmasına elbette itirazımız olmaz. Bölge ve komşu ülkelerle sorunsuz, barış içinde yaşamak herkesin yararınadır. Ancak,böyle olunca yararımız var diye de sürekli sabretmek ve alttan almak durumunda kalan Türkiye olmamalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.