“Anıt çılgınlığı”

“Anıt çılgınlığı”

Başbakanın Kars’taki anıt için yaptığı “ucube” çıkışının yankıları ve tetiklediği tartışmalar, ucundan kıyısından Atatürk heykellerine de uzandıktan sonra şimdilik bitti.
Bediüzzaman’la M. Kemal arasındaki son görüşmenin konusunu heykel bahsinin oluşturduğunu da Hür Adam vesilesiyle tekrar hatırladık.

Said Nursî trenle Van’a gitmek üzere istasyonda iken M. Kemal’in şu sualine muhatap olur:
“Heykel meselesindeki fikrin nedir? Ben Sarayburnu’na bir heykelimin dikilmesini istiyorum. Ne dersin? Bir fetvasını bulabilir misin?”
Bediüzzaman’ın cevabı ise şöyle gelir:
“Paşa! Biz sana heykel dikmen için mi yardım ettik? Millet bunun için mi harb etti? ... Büyük Kur’ân’ımızın bütün hücumu heykelleredir. Müslümanın heykelleri camiler, medreseler, hastahaneler, yetimhaneler gibi mabedler ve hayır müesseseleridir.” (Hür Adam Fırtınası, s. 7)
Sonrası mâlûm. Gelinen noktayı ise, “Atatürk Heykelleri” kitabının yazarı Aylin Tekiner’in, konuya dair mülâkatındaki cevaplardan aktaralım:
“Kamusal alanı kuşatan anıtların iyimser bir tahminle yüzde yetmişi çoğaltma anıtlardan oluşuyor ve bu pasta neredeyse üç kişi tarafından paylaşılıyor. (...) Aynı kalıptan yüzlerce üreten anıtçılara sorduğunuzda Atatürkçü oldukları ve ülkenin daha fazla Atatürk anıtına ihtiyacı olduğu savına dayanarak kendi çoğaltma anıt üretimlerine bir meşruiyet kazandırmaya çalışırlar.
“Atatürk imgesinin her daim yeniden üretiminden nemalanan siyaset arenası ile bu anıtçılar birbirinden beslenmeye devam ediyorlar.
“Anıt piyasasını oluşturan ana hatlardan biri TSK, diğeri belediye, valilik ve kaymakamlıkları yönlendiren Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü.
“12 Eylül Atatürkçülüğüyle katmerlenen Atatürk kültünün anıtlar üzerinden nasıl bir toplumsal tahakküme ve estetik kirliliğe dönüştüğünün tartışılması gerektiği kanaatindeyim. Atatürk anıtlarının her yerde olma fikrinin nüvesi 12 Eylül zihniyetidir. Anıtlar 80’lerde yoğun bir biçimde devlet kurumlarının tamamlayıcı nesnelerine dönüştüler. Bir de benzinlik, sosyal tesis, holding girişleri ve STK binaları gibi absürd yeni anıt alanları yaratıldı. (...) Bu anıt çılgınlığına ve ayıplara son verilmesi gerekiyor.
“Kitapta yoğun yer verdiğim anıtlardan biri Ankara Güven Anıtı (1934-35), diğeri de Afyon Utku Anıtıdır (1937). Her iki anıt da Nazi estetiğinin etkisi altında olan örneklerdir. İkisinde de Atatürk faşizan tavırlar içinde betimlenmiştir.
“Kalitesiz malzemeden üretilmiş, tek tip ya da çoğaltma anıt üretmeye devam eden Atatürkçüler olduğu sürece yüce Türk milletinin sırtı yere gelmez!” (Radikal-Kitap, 15.7.10, s. 14-15)
Konunun uzmanı genç heykeltraşın, yeri geldikçe aktarabileceğimiz başka ilginç eleştirileri de var. Ama “Bu kadarı şimdilik yeter” deyip, ucube tartışmasının bu yönünü de düşünelim.
Tabiî, meselenin başka cihetleri de var.
Bunlardan biri, DP döneminde CHP’nin tezgâhıyla piyasaya sürülen ve lider kadroları bizzat İsmet İnönü’nün talimatıyla CHP’ye üye kaydedilen Ticanîler eliyle M. Kemal heykellerine yönelik olarak başlatılan provokatif saldırılar ve sonrasında, bunların Atatürk’ü Koruma Kanunu gibi demokratik dünyada eşi benzeri bulunmayan bir ucubenin gerekçesi yapılması.
Gündeme geldiğinde merhum Tahsin Tola gibi DP milletvekillerinin şiddetle karşı çıktığı, Menderes’in de taraftar olmadığı, ama CHP’nin şirret tavrı sonucu oluşturulan ortamda direnme ve engelleme imkânı bulamadığı bu kanun ne yazık ki 2011 Türkiye’sinde hâlâ yürürlükte.
Zaman zaman Cumhuriyet ve Hürriyet gazeteleri gibi Kemalizmin en sıkı ve hararetli savunucularının dahi canlarını yakmasına rağmen...
Bakalım, Türkiye tek bir kişiyi kanunla koruma garabetinden ve heykel sanatının profesyonel uzmanlarını dahi isyan ettirecek boyuttaki yine tek kişiye endeksli heykel, büst, poster, afiş, rozet... çılgınlığından ne zaman kurtulabilecek?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi