Muhabbet fedailiği

Muhabbet fedailiği



Üstad, birinci Emirdağ hayatının sonlarında, muhtemelen Afyon mahkemesi öncesinde yazdığı ve “Kanunca ifademi almak lâzımken, ifademi almadılar. Ben de ifademi şimdi adliyenin şahs-ı manevîsine ve Dahiliye Vekiline bera-yı mâlûmat (bilgi için) beyan ediyorum” cümleleriyle takdim ettiği on maddelik metnin sekizinci maddesinde kendisini anlatırken, “Kırk seneden beri bütün kuvvetiyle ve âsârıyla (eserleriyle) İslâmiyetin uhuvvetine (kardeşliğine) ve Müslümanların birbirine muhabbetine çalışan ... bir adam” ifadesini kullanıyor.
Gerçekten onun hayatına ve eserlerine baktığımız zaman, bunun çok güzel örneklerini görüyoruz. Ki, Hür Adam’da da bunların bir kısmı yansıtılmış ve filme ayrı bir zenginlik katmış.
Ama çok daha fazlası verilebilirdi.
Meselâ “Biz muhabbet fedaileriyiz, husûmete vaktimiz yok” sözünde ifadesini bulan çarpıcı mesaj, başlı başına üzerinde durulmaya değer.
Bir ideale adanmışlığın en ileri aşamasını ifade eden “fedailik” kelimesinin sevgi için kullanılmasındaki mânâyı çok iyi anlamamız lâzım.
Bu sene, irad edilişinin 100. yılını idrak ettiğimiz Hutbe-i Şamiye’deki en önemli mesajlardan birinin muhabbetle ilgili olması da manidar.
“Muhabbete en lâyık şey muhabbettir ve husûmete en lâyık sıfat husumettir. Sevmek sıfatı en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyıktır” diyen Üstad, bu eserini 1950’den sonra gözden geçirip tekrar yayınlarken şunları da ilâve etmiş:
“Husumet ve adavetin (düşmanlığın) vakti bitti. İki harb-i umumî (dünya savaşı), adavetin ne kadar fena, tahrip edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı tezahür etti.” (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 348)
Bu sözler, iman hizmetine ve onun en önemli sonuçlarından biri olan Müslümanların kardeşliğine odaklanmış bir idealin, aynı zamanda bütün insanlığı da kapsamına aldığının bir ifadesi.
Yıllardır risaleleri okuyan insanlar olarak, dönüp kendi kendimize sormamız gereken en önemli suallerden bazıları herhalde şunlar olmalı:
Acaba biz bu mânâların neresindeyiz ve hayatımızda onları ne ölçüde aksettirebiliyoruz?
Muhabbet fedailiğinin gereğini hakkıyla yerine getirebiliyor muyuz? Yoksa yine Hutbe-i Şamiye’de ifade ve daha geniş şekilde de Uhuvvet Risalesi’nde izah edildiği üzere, husumet sebebi olarak gördüğümüz ve küçük taşlar mesabesinde olan gerekçeleri Uhud Dağı azametindeki sevgi bağlarının önüne geçirerek, ilişki ve muhatabiyetlerimizi ona göre mi düzenliyoruz?
Hepimiz bu noktada kendimizi sıkı ve samimî bir özeleştiriye tâbi tutmak durumundayız.
Üstad birinci İhlâs Lem’asının girişinde çok önemli bir noktaya daha dikkatlerimizi çekiyor:
“Bu mübarek Isparta’nın medar-ı şükran bir hüsn-ü taliidir (bahtının güzelliğidir) ki, ondaki ehl-i takva ve ehl-i tarikat ve ehl-i ilmin, sair yerlere nisbeten, rekabetkârane ihtilâfları görünmüyor. Gerçi lâzım olan hakikî muhabbet ve ittifak yoksa da, zararlı muhalefet ve rekabet de başka yerlere nisbeten yoktur.” (Lem’alar, s. 37l)
Burada, dine hizmet eden insanlar arasında birbirine muhalefet, rekabet ve ihtilâf olmaması takdir ediliyor, ama asıl olması gerekenin hakikî muhabbet ve ittifak olduğuna vurgu yapılıyor.
Evet, dindarların birbirleriyle uğraşmadan kendi hizmetleriyle meşgul olmaları elbette ki güzel ve takdire şayan bir durum, ama yetmez.
Hakikî bir muhabbet, ittifak ve tesanüd içinde, ortak meselelerine sahip çıkmaları da lâzım.
Bu hem “Mü’minler ancak kardeştir” İlâhî fermanı ile “İman etmedikçe cennete giremez, birbinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız” Nebevî ikazının, hem de onlardan hareketle, “Zaman cemaat zamanıdır” diyen Ahirzaman Müceddidinin “Ehl-i dalâletin cemaat halindeki taarruzuna ancak şahs-ı manevî ile mukavemet edilebilir” mânâsındaki irşadlarının bir gereği.
Evet, zaman muhabbet fedailiği zamanı...

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi