Herkesin demokrasisi farklı
Bu köşede kavramlara farklı kesimlerin farklı anlamlar yüklediğine, daha doğrusu her kesimin kendi anlayış ve yaklaşımlarına göre kavramların içini doldurduğuna dikkat çekiyorum. Böyle olunca da birilerinin demokrasi derken faşizmi savunması gündeme gelebiliyor. Halbuki faşizm ile demokrasi kesinlikle birlikte düşünülemez, birbirinin zıddı kavramlar ve sistemlerdir...
Söz gelimi birileri çıkıyor demokrasi için halkın sokak sokak direnme hakkının olduğundan söz edebiliyor. Böylesi bir yaklaşım Türkiye'yi Tunus ya da Mısır ile aynı konuma düşürmez mi? Bu ülkede demokrasi değil de diktatörlük var da biz mi farkında değiliz? Demokrasilerde halkın direnme yolu sandık değil midir? Eğer halk görüşünü sandıkta ortaya koymayacaksa o zaman seçimlere ne gerek var?
Acaba birileri demokrasi derken gerçekten demokrasiden rahatsızlıklarını mı gizlemeye çalışıyorlar?
Böylesi kavram kargaşasının yaşandığı bir ortamda kesimlerin birbirini anlaması ve dinlemesi mümkün olabilir mi? Halk direnme hakkını kullanabileceği ifade edilirken sokağa dökülenlerin önlerine çıkan her şeyi yakıp yıkması da kastediliyor mu? Öyle ya kitleler sokağa bir defa döküldükten sonra tekrar evlerine dönmeleri pek mümkün değildir. Geçmiş deneyimlerimize dayanarak diyebiliriz ki, ülkemizde sokak çatışmalarının son bulması için bu çatışmaları körükleyenlerin desteğini çekmesi gerekiyor. Bu destek de genellikle derin güçlerden geliyor. Bunca mücadeleye rağmen hâlâ derin güçler varlıklarını ve faaliyetlerini sürdürüyorlar mı?
Çünkü hemen her türlü sokak çatışmasının ardında iç ya da dış bağlantılı bir arka güç vardır. Bu gücün desteği ve iteklemesi ile sokaklar bir direniş alanı haline gelir. Böyle olmasaydı 12 Eylül akşamı birbirini boğazlayanlar nasıl oldu da ertesi sabah bir anda yok oldular, buharlaşıp uçuverdiler!.. Bu soruya şimdiye kadar inandırıcı bir cevap verilebilmiş değil.
Her ne ise ülkemizin temel sorunu kavramların içinin herkesin kendine göre doldurması olduğuna göre bu problemin bir çözüme kavuşturulması gerekiyor. Bunun yolu eğer yapılabilecekse hazırlanacak yeni bir anayasada demokrasi ve laiklik gibi kavramların net bir şekilde tarif edilmesi gerekiyor. Bu arada hukuk devleti ile kanun devleti ayrımının da netleştirilmesi şart. Daha önceki yazılarımda da yeri geldikçe ifadeye çalıştığım yargı bağımsızlığı ile yargının tarafsızlığı gibi kavramlarında herkesin ortaklaşa kabul edebileceği bir tarife ve düzenlemeye kavuşturulması gerekiyor. Artık görünen odur ki yargının bağımsızlığı tek başına yeterli değildir. Hatta tarafsızlığı sağlanamayan bir yargının bağımsızlığı yargının siyasallaşmasına zemin hazırlayabiliyor.
Buna müdahale gündeme geldiğinde ise statükonun değişmesinden belli çevreler ciddi bir rahatsızlık duyuyorlar, ellerindeki devlet imkanlarını bu değişimi engelleme yolunda kullanmakta bir sakınca görmüyorlar. Bu durum toplumun belli bir kesimini memnun ederken, çok önemli bir bölümünü huzursuz ve mutsuz ediyor. Halbuki adalet toplumun her ferdi için gerekli ve zorunludur.
Böyle bir noktada Yargıtay ve Danıştay ile ilgili olarak yeni bir düzenlemenin gündeme gelmesi ile sergilenen bazı tavırlar üzerinde durmanın da anlamı kalmıyor. Çünkü, insanın kafasında yeni sorular şekilleniyor. Söz gelimi medyaya yansıyan haberlere göre Yargıtay'da yığılmış olan ve bir türlü eritilemeyen dosyalar için bir yıl süre istenmiş ve bir yıl sonunda bu dosyaların eritileceği belirtilmiş... İyi de madem böyle bir durum söz konusuysa bunca yıl eritmek bir yana dosyalar niçin yığıldı sorusu geliyor.
Halbuki şimdiye kadar gerek yargı gerek yürütme kanadından yapılan açıklamalarda yargının yükünün çok fazla olmasından şikayet ediliyordu. Bunun sonucudur, yargılama sona ermeden tahliyeler gündeme gelmiş, her sene de 10 binlerce dava dosyasının zaman aşımından düşmesi söz konusu olmuştu. Böyle olunca da meseleye bir çözüm bulmak, yargının yükünü hafifletmek için Yargıtay ve Danıştay'ın hem daire hem de üye sayılarının artırılması gündeme gelmişti.
Şimdi görüyoruz ki mevcut daireler ve üye sayısı yığılmayı önlemeye yeterliymiş...
Maksadım yargı üzerine bir değerlendirme yapmak değil. Derdim kavramların herkesin ortaklaşa kabul edeceği tarife kavuşturulmasıdır.Yani bağımsız yargı ve yargının tarafsızlığı nedir ve bu nasıl sağlanacaktır sorularının yeni anayasada kesinlikle cevabının verilmesi gerekiyor.
Abdülkadir Özkan
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.