Mağduriyet

Mağduriyet

Türkiye’nin geldiği noktada karşı karşıya olduğumuz ilginç paradokslardan biri, mağduriyetlerin yer değiştirdiği yönünde oluşan algı. AKP iktidarı ve onun temsil ettiği söylenen kesimler kast edilerek kullanılan “Dünün mağdurları bugünün mağrurlarına dönüştü” söylemi ve bilhassa Ergenekon sürecinde gerçekleşen gözaltı, tutuklama ve yargılamaları bu durumun “karşı cenah”taki yansımaları olarak gören değerlendirmeler bunu ifade ediyor.
Hiçbir baskı ve tesir altında kalmadan, sadece ve sadece adaleti tecellî ettirmek üzere çalışması gereken adalet terazisindeki ayarın önce resmî ideoloji kaynaklı, son dönemde de siyasî iktidara izafe edilen müdahalelerle bozulması, yaşanan sıkıntıyı daha ileri noktalara taşıyıp katmerliyor.
Yassıada utancını da bizzat görüp yaşayanlardan rahmetli İhsan Tombuş’un dediği gibi, 28 Şubat, öncekilerin tümünü geride bırakan baskı ve müdahalelerle yargıda büyük tahribat yaptı.
Şimdi de o süreçte yaşananların yine yargı üzerinden ve rövanş mantığıyla tersinin cereyan etmekte olduğuna ilişkin iddialar seslendiriliyor.
Bilhassa Ergenekon ve darbe planları ekseninde yapılan operasyonlar, gözaltı ve tutuklamalar, açılan dâvâlar, bunların muhatabı ve hedefi olan kesim tarafından “mağduriyet” bağlamında değerlendiriliyor ve o şekilde de takdim ediliyor.
Buna karşılık, söz konusu sürecin “demokrasiye kast eden darbe girişimleriyle hesaplaşma” bağlamında ele alınması gerektiği, dolayısıyla bir mağduriyetten söz edilemeyeceği belirtiliyor.
İşin bu ciheti elbette ki son derece önemli.
Ama süreç devam ederken gözlenen ve “Çifte standart mı uygulanıyor? Aynı ithamlara muhatap olanlardan, ‘arkası sağlam’ olanlar kollanıyor mu? Ve ilgili-ilgisiz herşey aynı torbaya doldurulup, iradî veya gayri iradî birtakım mağduriyetlere de yol açılıyor mu?” gibi istifhamların oluşmasına yol açan bazı işaretler söz konusu.
Bu durumla bir açıdan bağlantılı olan, ama haddizatında ondan da bağımsız bir zeminde ve ilgili olduğu kesimlerde yaygınlaşan bir psikoloji gözden kaçmamalı. “Mahalle baskısı” tartışmalarıyla da açığa çıkan yalnızlaşma, tecrit, kendini toplumsal bir baskı altında hissetme ve bunlardan kaynaklanan bir “mağduriyet” psikolojisi.
Bunların önemli bir kısmı, cumhuriyetin başından bu yana tekellerinde tuttukları iktidar ve güçle bunun getirdiği imkânların artık yavaş yavaş ellerinden çıktığını, etki ve nüfuzlarının azalmaya yüz tuttuğunu gören “Beyaz Türkler.”
Bunlar, eski sistemi kuran, gevşedikçe tahkim eden ve o sistemden beslenip nemalanarak bugünlere gelen “elit zümrenin çekirdek kadrosu.”
Bir de bunların dışında, eğitim kurumlarında ve güdümlü medyada yapılan tek taraflı bilgilendirme, telkin ve beyin yıkamalar neticesi, meseleleri kendilerine dikte edildiği şekilde öğrenip kabullenen ve içselleştiren kesimler var.
Tartışmalarda bilhassa bunların hissiyatı dikkate alınıp, sağlıklı fikir müdavelesinin yapılabileceği bir bilgi altyapısı ve uygun psikolojik ortam hazırlanmalı ve bu çerçevede provokatif tavır ve söylemlerden kaçınılmalı ki, duygusal tepkilerin öne çıkıp, buna bağlı olarak, gerçeklerin idrakinin sabote edilmesine meydan verilmesin.
Bunun için de, hangi cenahta olursa olsun mağduriyet hissinin yaşanmasına veya var olan böyle bir duygunun güçlenerek devamına sebep olabilecek tavır, söylem ve uygulamalardan hassasiyetle kaçınılmalı; ve meselelerin doğru bilgi temelinde, duygulardan âzâde, ifrat ve tefritten uzak bir zeminde soğukkanlılıkla tartışılabileceği olgun bir atmosfer oluşturulmaya çalışılmalı.
İşte “ileri demokrasi” sözüyle kast edilen mânâlardan biri de bu olmalı. Her fikir özgürce dile getirilip eşit şartlarda düzeyli bir üslûpla tartışılabilmeli. Bunun en önemli şartlarından biri olan “doğru bilgi” altyapısı teşekkül ettirilmeli. Bunun için de istibdat kaynaklı “doğruları ters yüz etme veya gizleme” alışkanlığı son bulmalı.
Ve hesaplaşma böyle bir anlayışla yapılmalı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi