Bursa nutku ve CHP

Bursa nutku ve CHP

Başbakanla anamuhalefet partisi lideri arasında yine düzeyi giderek düşen ağız dalaşının, fanatik taraftar ve karşıtları dışında hiç kimsenin ilgisini çektiğini zannetmiyoruz.
CHP’nin yargıyla ilgili son düzenlemelere tepkisini, M. Kemal’e atfedilen ve hukuk-nizam tanımazlığa tahrik eden meşhur Bursa nutkundan hareketle “sokak direnişi” boyutuna vardırmasının ise, bu partiyi Kılıçdaroğlu ile yapmaya çalışır göründüğü açılım çizgisinin çok uzaklarına savurarak, AKP’nin ekmeğine yağ sürmekten başka hiçbir netice vermeyeceği kanaatindeyiz.
Yol açacağı gereksiz gerilimler cabası.
Bir grup CHP’linin deklare ettiği “direniş çağrısı” için “Milletvekili arkadaşlarımız Atatürk’ün Bursa nutkundan esinlenmiş olabilirler. Böyle bir metin var” diyen Kılıçdaroğlu’nun bu girişimi onaylama anlamındaki yaklaşımı çok yanlış.
Bunun söylem olmaktan çıkıp eyleme dönüşmesi ve beraberinde yaşanması muhtemel çatışma görüntüleri, CHP’yle ilgili olarak toplumsal hafızada yer etmiş olan “şirret ve yıkıcı muhalefet” imajını bir defa daha tazeleyip körükleyecek.
Yine bu partinin 27 Mayıs öncesinde, ülkenin darbe ortamına girmesinde çok önemli etkileri olan tahripkâr atraksiyonları tekrar hatırlanacak.
Buna bir de Ergenekon bağlantılı çevrelerin bir kez daha başlatmayı düşündükleri “cumhuriyet mitingleri” eklenirse, ortaya çıkacak tablo dört sene önceki 27 Nisan sürecini andırır hale gelir.
Dolayısıyla, CHP başta olmak üzere bu çeşit hazırlıklar içinde olanlara, o dönemde AKP’nin cumhurbaşkanını seçmesini engelleme gerekçesiyle yapılanların, mitinglerin, Genelkurmay sitesindeki 27 Nisan muhtırasının, AYM’den çıkan 367 kararının sonucunu hatırlatmak isteriz.
Gül’ün Çankaya’ya çıkmasını engelleyebildiler mi, yoksa 22 Temmuz seçiminde AKP’nin değirmenine su taşıyıp, bu partinin daha güçlü bir oy desteğiyle yine iktidar olmasını mı sağladılar?
Tarihin yine tekerrür etmemesini istiyorlarsa, bu yaşananlardan ibret ve ders alarak, halkın gönlünü kazanmayı hedefleyen pozitif ve yapıcı politikalar üretmekten başka bir çareleri bulunmadığını artık görmek ve anlamak zorundalar.
Aksi takdirde, içinde dolanıp durduğumuz fâsit daire, kısır döngü daha da derinleşerek sürer.
Önceki devirlerde sokak eylemleriyle yapılan muhalefetin, kendi içinde bir mantığı vardı. Bu olaylarla darbe ortamı oluşturulacak ve şartların yeterince olgunlaştığının düşünüldüğü noktada yapılacak darbeyle öngörülen hedefe varılacaktı.
Ama artık klasik darbelerin devri kapandı.
Onun için, modası geçmiş ve işlevini kaybetmiş olan eski yöntemlerden medet ummasınlar.
Eğer Tunus’ta başlayıp Mısır ve Yemen gibi ülkelerde devam eden olaylara bakarak iştahlanıyorlarsa, son derece yanlış bir kıyas yapıyorlar.
Çünkü o ülkelerde on yıllardır ellerinde tuttukları iktidarı bir türlü bırakmak istemeyen kokuşmuş dikta rejimleri ve halkın bunlara karşı birikmiş çok yoğun tepkisi var. Türkiye’de ise seçimle gelen bir iktidar işbaşında. Onu mağlûp edip yerine gelmenin yolu da yine sandıktan geçiyor.
Seçim dönemlerinde halkın tercihlerinin nasıl manipüle edildiği, haricî adreslerce de desteklenen ne tür psikolojik harekâtlar yürütüldüğü, beyinlerin nasıl yıkandığı, tamamen ayrı konu.
Ama bütün bunları aşarak halka gerçekleri anlatmanın ve göstermenin yolu, dürüst, yapıcı ve inandırıcı söylem ve politikalardan geçiyor.
Sonunun nereye varacağını hiç kimsenin kestiremeyeceği sokak provokasyonlarından değil.
Ve son bir not: Gençlere, inkılâpları korumak uğruna, gerektiğinde ‘Bu memleketin polisi var, jandarması var, ordusu var, adliyesi var’ demeyip, “Elle, taşla, sopa ve silâhla; nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır” telkininin yapıldığı Bursa nutkunu referans kabul eden bir anlayışın, hukuk devletinden söz etmeye hakkı yoktur.
Çünkü hukuk devletinde hangi gerekçeyle olursa olsun, hiç kimse elle, taşla, sopa ve silâhla sokağa dökülüp kanunlara meydan okuyamaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi