Kapitalist sistem ve para satmak!..
Kapitalist sistemin temelini kapital yani para oluşturuyor. Böyle oluca da paran kadar konuş mantığı geçerli hale geliyor. Hatta gözlerini para bürümüş, en yüce değeri para sananların işi bir adım daha ileri götürerek "Parasız adam, gereksiz adam" gibi söylemler geliştirdiği bir ülkede sanıyorum manevi alan gerek ferdi gerek toplumsal planda giderek daralıyor. Daralınca da toplumda mutsuzluk ve huzursuzluk yaygınlaşıyor. Hergün sadece gazetelere şöyle bir göz attığınızda göreceğiniz korkunç manzaranın temelinde sanıyorum ideal gibi gösterilen materyalist anlayışın topuma hakim kılınmaya çalışılması yatıyor. Artık insanları hiçbir şey mutlu etmeye yetmiyor. Çünkü, materyalist anlayışta insan denince akla sadece fiziki ihtiyaçları geliyor. Fiziki ihtiyaçları karşılanmış olan insanın mutluluğu ve huzuru yakalayacağı sanılıyor. Ama yanılıyorlar. Bunun yanlış olduğu da artık açıkça görülüyor.
Bu noktaya nasıl gelindi sorusunun cevabı bugünü değerlendirmede sanırım yardımcı olacaktır. Hemen belirtelim ki bunun sebebi toplumu yüzyıllardan beri mensubu olduğu, mensubu olmakla şeref bulduğu İslam medeniyetinden Batı medeniyetini taklide götüren farklı bir yolun seçilmiş olmasıdır. Kendi medeniyetini bırakarak başka bir medeniyetin mensubu olma hayali ister istemez toplumda taklitçiliği gündeme getirmiştir. Ancak, nedense taklitle medeniyet olmayacağı bir türlü düşünülmemiş, düşünülememiştir. Gerçi bu ülkede yüz yıl öncesinden itibaren taklitle medeniyet olmayacağı dile getirilmiş, bu dile getiriliş bir çığlığı andırır şekilde tekrarlanmış olsa da yeni bir medeniyete intisabın taklit yoluyla olabileceği saplantısından hakim güçleri kurtarmak mümkün olmamıştır.
Nurettin Topçu ve Filibeli Ahmet Hilmi gibi düşünürler taklitle medeniyet olmayacağını ısrarla dile getirmişlerdir.
Nurettin Topçu işi biraz daha ileri götürerek bu konudaki düşüncesini şöyle ifade etmiştir:
"Taklit insanın yapacağı bir iş değil, maymunlara has bir özelliktir. Avrupa'yı taklide tenezzül etmek Batı'ya yönelmek kendini inkar etmektir."
Çünkü, taklitçilikte orijinallik yoktur. Yeni bir üretim de söz konusu değildir.
Kısacası taklit ile elde edilen senin ürünün, eserin değildir. Halbuki İslam Medeniyeti bize aitti. Batı ise kendi değerleri üzerinde kendi medeniyetini oluşturmuştu. Bizde bunu taklitle kendimize aktarmaya çalıştık. Aktarırken de ortaya öylesine gariplikler çıktı ki bugün geldiğimiz noktada ne kendimiz olarak kalabildik ne de Batılı olabildik. Zaten Batılı da bizi kendinden kabul etmiyor ve bunu yüksek sesle söylemekte de bir sakınca görmüyor.
Ekonomik sistemi inançlardan soyutlar ikisini farklı alanlara hapsetmeye kalkarsanız ve bunu bir İslam toplumunda yapmaya kalkarsanız vicdanla cüzdan arasına sıkışıp kalmış fertlerin giderek çoğaldığı bir topluma ulaşırsınız.
Eğer zengin elde ettiği gelirde fakirin hakkı olduğu düşüncesini terk ederse devlete de mümkün olduğunca az vergi vermenin yollarını aramakta bir sakınca görmeyecektir. Çünkü, taklitle girmeye çalıştığımız Batı medeniyetinin temelini madde oluşturuyor. İnsanların değerini de sahip oldukları maddi güç oluşturuyor. İnsan tek boyutlu olarak algılanıyor. Manevi yönü ihmal ediliyor. Böyle olunca da insan kendi içinde çatışma yaşamaya başlıyor. Daha çok kazanmak için her yolu mübah görüyor. Polise yakalanmadığı sürece kendisini sorumlu tutacak bir değer kalmıyor.
Kısacası kapitali esas ölçü alan kapitalist sistemde para satışı sistemin omurgasını oluşturuyor. Buna isterseniz tefecilik de diyebilirsiniz. Geçtiğimiz günlerde bankaların 2010 yılı kârları medyaya yansıdı. Hepsini tek tek sıralamaya gerek yok ama eski para ile katrilyonla ifade edilen kâr rakamları açıklandı.
Yani dar ve sabit gelirliler kıt kanaat geçinmeye çalışırlarken para satanlar büyük kârlar elde ettiler. Sistem yerli ve uluslararası kapital sahiplerinin çıkarlarını korumak üzere kurulmuş. Halbuki bizim medeniyetimiz üretim, alın teri üzerine kurulmuştur. İnsan madde ve mana yönüyle ele alınır. Taklit etmeye çalıştığımız Batı Medeniyeti ise insanı maddi yönüyle el alır ve maddi ihtiyaçlarının karşılanması ile insanın mutlu olabileceğini kabul eder. Bugün gelinen noktada Batı toplumu bu yöndeki eksikliğinin farkına varmış çare ararken bizim hâlâ taklit peşinde koşmamızın anlamı olabilir mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.