Kimyasal silahlar yalan, yüz binlerin ölümü gerçek
Amerika ve yandaşları Afganistan'da giderek bir batağa saplandıkları ve işin başında ilan ettikleri hiçbir sonuca ulaşamadıkları gibi ulaşacaklarına dair ümitlerini de yitirmeleri önümüzdeki bahar aylarında çekilmelerini gündeme getirebilir. Aslında çoktan gündemlerine girdi ama nasıl çekileceklerini, çekildikten sonra geride bırakacakları işbirlikçilerinin hayatını nasıl garanti altına alacaklarını bilemiyorlar. Bu sebeple de çekilme kararını açıklayamıyor, tarih veremiyorlar. Afganistan'ın işgali de Irak'ın işgalinde olduğu gibi yalanlar üzerine bina edilmişti. Gerekçeler yalandan ibaretti. Yalanla yandaş buldular, işgali gerçekleştirdiler, işgal için bazı ülkeleri ikna ettiler ama işgalin arkasından ortaya çıkan gerçekler ister istemez ABD ve müttefiklerini çıkmaza sürükledi.
Bu yazıda maksadım aslında Afganistan ve bu ülkedeki gelişmeleri ele almak değil. Derdim Irak ve bu ülkenin işgalinin nasıl bir yalana dayandırıldığı, dünyanın gözünün içine baka baka nasıl kandırıldığı. Elbette ABD'nin yandaşları için kandırılmadan çok bile bile lades demek daha doğru olur. Ama, geriye kalanına dünyanın önemli bir bölümü yalanlara inandı. Bu yalan ise Saddam'ın elinde bol miktarda nükleer ve biyolojik silah bulunduğu ve bu silahların dünya için tehdit oluşturduğu, ayrıca silahların üretimini hareket halindeki araçlarda yaptığı iddiasıydı. Ne var ki nükleer ve biyolojik silahların üretiminin bir TIR'ın üzerine monte edilmiş birkaç kazanda mümkün olmayacağı o günlerde hiç düşünülmedi ya da düşünülmek istenmedi. Bu da gösterdi ki dünyayı kandırmak çok kolay. Hele bir de işgal edeceğiniz ya da vuracağınız ülkede bir ya da birkaç işbirlikçi ve uşak bulursanız işiniz çok daha kolaylaşacak demektir. Bu bakımdan derim ki aslında yer yüzünde yenilmeyecek güç yok, o sömürgeci, emperyalist zalimleri güçlü kılan kendi imkanlarından çok dünyanın çeşitli ülkelerinde buldukları uşak ruhlu satılmış tipler oluyor.
Bu köşede çeşitli zamanlarda hatta Irak'ın işgalinden önceki günlerde ABD'nin ileri sürdüğü gerekçelerinin yalan olduğuna dikkat çekmiştim. Ne var ki Saddam aleyhine dünya üzerinde öylesine bir hava oluşturulmuştu ki ne yalan söylerseniz söyleyin sanki dünyanın önemli bölümü buna inanmaya hazırdı. Bu hazır oluşta Saddam'ın sergilediği zulmünde önemli payı vardı. Bir de buna kurdun kuzuyu yemeyi kafasına koymuş olması eklenince bahane bulmak kolaylaştı. Halbuki Birleşmiş Milletler Komisyonu Irak'ta yaptığı inceleme ve araştırma sonucunda iddia edildiği gibi nükleer ve biyolojik silahlara rastlanamamıştı. Sadece komisyon üyeleri doğrudan yok diyemedikleri için bir takım yuvarlak laflar etmişlerdi.
İşgalin ardından dünyanın çeşitli köşelerinden Amerika'ya karşı, "Irak'ı nükleer ve biyolojik silah depoları olduğu gerekçesi ile işgal ettiniz. İşgalin üzerinden bu kadar zaman geçti. Nerede o silahlar?" sorusu yükselmeye başladı. Bu sorulara bir süre sessiz kalan ABD yönetiminden bir süre sonra "Irak'ta sözünü ettiğimiz nükleer ve biyolojik silahları bulamadık. Bu konuda yanılmışız/yanıltılmışız" şeklinde açıklama geldi. Aradan bunca yıl geçtikten sonra anlıyoruz ki bu yalanın sahibi bir Iraklı imiş. Irak'tan Almanya'ya kaçıp bu ülkeden sığınma talebinde bulanan bu Iraklı'ya Amerikan İstihbarat Örgütü çengel atmış ve ondan bazı açıklamalar istemiş. Bunun karşılığında elbette bazı vaatlerde de bulunulmuştur. İtirafçı işin bu boyutunu açıklamıyor. Ama Irak'ın özgürlüğüne bir yalanla kavuşmasından dolayı mutlu olduğunu söylüyor. İnsan bir defa ruhunu satılışa çıkardı mı alçalmanın sınırı kalmıyor. Yapılan açıklamalara göre işgalin ilk altı yılında çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu 100 binin üzerinde sivil Iraklının hayatını kaybetmiş olması bile bu haini üzmemiş. Amerikalılar hiç olmazsa sonunda yanılmışız/yanıltılmışız derken bu yalanın kaynağı kişi ülkesine demokrasi gelmiş (!) ya yüz binler ölmüş önemli değilmiş, böyle söylüyor.
Demek istediğim o ki, emperyalist güçler elbette sömürülerini sürdürürken kendilerine göre her yolu mübah sayıyorlar. Çünkü onlar için hedefe ulaşmak, sömürüyü sürdürmek önemli. Yoksa Irak'ın demokratikleşmesini sağlamak için işgal edildiğine dünya üzerinde inan bu uşak ruhlu kaçkından başka kimse kalmış mıdır?
Bugün Irak'a demokrasi mi gelmiştir, yoksa Irak hızla ufak parçalara mı ayrılıyor? Bu da ayrı bir konu. Ancak, tekrar belirtelim ki zalimlerin zulmü ve gücü mazlumların sessizliğinden, bir türlü ayağa kalkacak cesareti kendilerinde bulamayışlarından kaynaklanıyor. Dünyanın neresinde olursa olsun ölümü öze alabilmiş mazlumların isyanı halinde bu gücün karşısında durabilecek zalimin kalmadığını görüyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.