28 Şubat ve AKP
On dördüncü yılını da dolduran 28 Şubat sürecinin bugün geldiği yere bakarak farklı değerlendirmeler yapmak mümkün.
Bu süreci, ülkeyi 30’lu yıllara döndürme projesi olarak savunanlar açısından, sekiz yıllık kesintisiz eğitim gerekçesiyle din eğitimine getirilen kısıtlamalar ve yaygınlaşan başörtüsü yasağı dışında bir “başarı” yok. Ancak 28 Şubat’ın sonuç almayı başardığı bu iki maddenin geniş toplum kesimlerinde yol açtığı huzursuzluklar sürüyor.
İmam hatiplilerle birlikte tüm meslek liselileri mağdur eden haksızlıkların kısmen olsun telâfisi için atılan adımlar çok zayıf ve yetersiz kalırken, Kur’ân eğitimine konulan yaş sınırı hâlâ duruyor. Başörtüsü yasağında ise YÖK’ün girişimlerine rağmen üniversitelerin tamamında hissedilen bir rahatlamadan söz etmek mümkün değil.
Hâlâ başörtülü öğrencilere yasak uygulamasında ısrar eden üniversiteler veya fakülteler var.
28 Şubat öncesinde hiçbir engelle karşılaşmadan görev ve mesleklerini icra edebilen başörtülü öğretmenler, öğretim görevlileri, sağlık elemanları, memureler... de yasaktan kurtulabilmiş değil.
Gerçek şu ki, AKP’nin sekiz buçuk yıla yakın iktidarında da 28 Şubat kaynaklı mağduriyetlerin telâfisi noktasında kayda değer bir mesafe alınamadı.
3 Kasım 2002 seçimi öncesinde, muhtemel bir AKP iktidarının mâlûm sebeplerle yeni bir 28 Şubat’ın gerekçesi olarak gösterilebileceği hususundaki endişelerimizi dile getirmiştik. Bu kaygıların AKP tarafından da paylaşıldığını 3 Kasım’dan bugüne yaşanan süreçte hep birlikte müşahede ettik.
Nitekim AKP iktidarının işbaşı yaptığı andan itibaren 28 Şubat’ın mayınlı alanlarına dokunmaktan kaçınmasının sebebi bu oldu. “Aman gerginlik olmasın” diye diye bugünlere geldi AKP ve bunun sonucu, 28 Şubat uygulamalarının büyük ölçüde devam etmesi şeklinde karşımıza çıktı.
Hattâ bazı konularda 28 Şubat’ı da geride bırakan gelişmeler yaşandı. Söz gelişi, 3 Kasım öncesinde hiç duymadığımız “kamusal alan” kavramıyla başörtüsü yasağı daha da genişletilirken, bu yöndeki bazı talihsiz tasarrufların bizzat AKP tarafından gerçekleştirildiğini gördük. AKP iktidara gelmeden önce özel dersanelerde gayri resmî olarak uygulanmakta olan başörtüsü yasağının, bu dönemde Resmî Gazete’de çıkan bir yönetmelikle resmiyet kazanmasında olduğu gibi.
AKP ve hükümet yetkilileri ilk başlarda “Bu konuyu toplumsal mutabakatla çözeceğiz” diyorlardı; sonra “kurumsal mutabakat”tan söz etmeye başladılar; bu da olmayınca ve iş giderek daha fazla sarpa sarınca ya plağı çevirip “Zaten söz vermemiştik” manevraları yapmaya, ya ipe sapa gelmez tavizkâr tekliflerle yasakçıların kapısını çalmaya, ya da mağdurlara akıl vermeye, hattâ bazan onları azarlamaya yöneldiler. 12 Haziran seçimi öncesindeki son durumu ise, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in başörtülü aday konusundaki bir soruya verdiği “Bugünkü gündemde böyle bir imkân görünmüyor” (Vatan, 12.2.11) cevabında ve Arınç’ın aynı minval üzere yaptığı açıklamalarda görüyoruz.
Ve bazı mevziî iyileşmelere rağmen kimi sancılı alanlarda yer yer 28 Şubat’tan daha kötü durumdayız ve AKP de bunun vebalini paylaşıyor.
Bunu, bazılarınca “28 Şubat olmasaydı AKP olmazdı, bu parti 28 Şubat ürünüdür” gibi nitelendirmelere konu edilen AKP için “28 Şubat’ın ömrünü uzattı” şeklinde ifade etmek herhalde yanlış olmaz. Yola çıkarkenki niyetler çok daha farklı olmuş olabilir. Büyük ihtimalle de öyledir. Ama on dört yıllık sürecin AKP ile geçen sekiz buçuk yılında yaşananlara ve gelinen noktaya bakılınca karşımıza çıkan sıkıntılı tablo bu.
Bu ağır tablonun, 28 Şubat’la ilgili bir soruya Başbakan Erdoğan’ın verdiği “Öyle birşey mi oldu, ondan bir eser kaldı mı?” (Akşam, 2.3.11) cevabıyla örtülüp geçiştirilmesi kesinlikle mümkün değil.
Başörtüsü yasağı, İHL’lerin orta kısımlarının kapalı olması, Kur’ân eğitimindeki yaş sınırı ve katsayı sorunu ortada duruyorken “28 Şubat’tan eser kaldı mı?” diye sorulmasının takdirini ise millet yapmalı.