Toplumun hassasiyetini kim, neye göre belirleyecek?
Uzayan yargının ve özellikle de suçu kesinlememiş kişilerin uzun tutukluluk sürelerinin cezalandırmaya dönüşmesinin toplum vicdanını rahatsız ettiği bir gerçek. Hatta yargı sürecinin uzaması nedeniyle müebbet hapse mahkum edilmiş kişilerin kanuni zorunluluk sebebiyle tahliye edilmelerinin de benzer rahatsızlığa yol açtığını biliyoruz. Öyle ise yargının hızlandırılması adaletin tecellisi bakımdan gerekli. Ancak, yargı hızlandırılacak derken gerek emniyet güçleri gerek, savcı ve hakimlerin iki ayağını bir pabuca sokmak anlamına gelebilecek zorlamalarında adaletin doğru tecelli etmesini engelleyebileceğini unutmak gerekiyor.Bunun için Yargıtay ve Danıştay'da daire sayıları artırıldığı gibi bölge mahkemelerinin kurulması için harekete geçilmiş durumda.
Bu arada giderek artan tepkiler sebebiyle bazı tutuklamalar çerçevesinde kamuoyunda oluşan/oluşturulan hava her kesimi etkilemiş görünüyor. Diyebiliriz ki sesi fazla çıkanlar kendilerine göre kamuoyu oluşturabilirlerken sesi çıkmayan ya da yeteri kadar çıkmayanlar bu arada kim vurduya gidebiliyorlar. Bu bakımdan yargı üzerinde ne yandan olursa olsun baskı oluşturmaya yönelik kampanyaların son bulması gerekiyor. Yargı üzerinde baskı oluşturma geçmiş yıllarda birtakım mekanlarda brifingler verilmek suretiyle sağlanıyordu. Şimdilerde basın-yayın yoluyla oluşturulmaya çalışılıyor. Medyada oluşturulan cepheler hergün farklı telkin ve iddialarla toplumu bombardıman ediyorlar. İşin garip tarafı bir tarafın ak diye savunduğuna diğer taraf kara diye karşı çıkıyor. İşin içine bir de şantaj iddiaları girmiş bulunuyor ki doğrusu mesleğim adına utanıyorum. Halbuki 40 yıl önce bu mesleğe severek girmiştim. Hatta bunun için 12 yıllık memuriyetten istifa etmiş, kendimi Rüzgarlı Sokağa atmıştım. Toplumun haberlerden haberdar edilmesi, söyleyecek sözü olanların bunu medya yoluyla topluma ulaştırılması bana memuriyetten daha cazip ve sevimli gelmişti. Bugün geriye dönüp baktığımda pişman olmadığımı hemen söyleyebilirim. Ama son günlerdeki birtakım haberler, birtakım medya merkezlerinde ele geçirildiği belirtilen notlar insanı üzüyor. Medyanın hali böyle mi olmalıydı, medyada bir takım merkezler bazı odakların emrinde karşı kabul edilen kişi ve kurumlar aleyhine sahte belge ve bilgiler mi oluşturmalıydı? diye sormadan edemiyor insan. Medyanın görevi var olan bilgileri topluma ulaştırmak yerine şimdilerde olmayan bir takım bilgiler oluşturup bunlarla toplumu yönlendirmek midir? Gerçi geçmiş yıllarda bir takım siyasi ve ideolojik mensubiyet duygularıyla -buna bir de isterseniz korkuyu ekleyin- darbecilerle işbirliği yapılmış olması medyanın zayıf noktasını oluşturuyordu ama şantaj meselesi böylesine ilk defa ortalığa dökülüverdi.
Her ne ise sözü uzatmadan Başbakan'ın, "Yargı süreci uzamasın, toplumun hassasiyetleri mutlaka dikkate alınsın" çağrısına geçmek istiyorum. Çağrıya temelde itirazım yok. Ancak toplumun hassasiyetini kim neye göre belirleyecek? Toplum tek bir parça, tek bir düşünce ve siyasi mensubiyete sahip fertlerden oluşmuyor ki... Parçalı bir toplumda toplum hassasiyetinin belirlenmesini bürokratlara bırakmak var olan bürokratik oligarşinin daha da güçlenmesine zemin hazırlamış olmaz mı? Şahsen toplum hassasiyetini dikkate alması gerekenler halkın seçtiği siyasi iktidarlardır. Bu hassasiyetlerin dikkate alınacağı yer ise Yasama organıdır. Toplumsal hassasiyetlere göre çeşitli alanlarda yasal düzenlemeler yapmaktır. Aksi halde toplumda hangi kesimin sesi fazla çıkıyorsa onların oluşturacağı hassasiyetler dikkate alınacak sesi çıkmayan kenara itilecektir. Bunun için yıllardan beri seçilmişler tarafından yeni bir özgürlükçü anayasa yapılmasını istemiyor muyuz? Bu ülkede yıllardan beri bir takım bürokratlar toplum hassasiyetini kendilerine göre tarif edip belirlediler ve ona göre tavır koydular. Sonuçta da bu ülkenin büyük bir çoğunluğu ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördü. Onlara okuma imkanı bile verilmedi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.