Ergenekon ve medya
Kimilerinin “Sıra Ergenekon’un medya ayağının çökertilmesine geldi” dedikleri bir ortamda gerçekleşen birinci ve ikinci Oda TV operasyonları ve beraberinde diğer bazı gazetecilerin de ev ve ofisleri aranıp gözaltına alınarak tutuklanmaları, “Medya ayağı ile kast edilen bu muydu?” sorusunu gündeme getirdi.
Tabiî, bu sualin cevabı, bazılarınca oluşturulan beklentiyi karşılayabilecek bir nitelikte değil.
Ergenekon etrafında geliştirilen o derin heyûlânın medya ayağının da ona uygun bir cesamet ve derinlikte olması gereği göz önüne alındığında, son operasyon çok cılız ve yetersiz kalıyor.
Önceki dalgalarda Ulusal, Başkent ve Avrasya TV’lere yapılmış olan operasyonlar ve Tuncay Özkan’la Mustafa Balbay gibi isimlerin gözaltına alınarak tutuklanmaları da işin içine katılsa bile.
Bilhassa merkez medya olarak tabir edilen yayın gruplarında dal budak salmış olması gereken bir yapılanmayı, birkaç televizyonla gazeteye yönelik operasyonlarla çökertmek mümkün mü?
Bu, işin bir boyutu. Diğer bir boyut ise medyada Ergenekon süreciyle eşzamanlı olarak, ama ondan bağımsız gelişiyor gibi görünen değişim.
Resmî ideoloji ve statüko yanlısı olan “merkez medya”ya karşı bir “alternatif medya” yapılanmasının ortaya çıkması bu değişimin bir yönü.
Evvelce birinci grupta yer almışken, AKP iktidarı sonrasındaki el koyma ve satışlarla gerçekleşen patronaj değişikliklerine bağlı olarak yayın politikalarını “hükümet yanlısı” bir çizgiye kaydıranlar, ikinci kesimde ağırlıklı bir yere sahip.
Ve onların bu özelliği, “resmî ideoloji yandaşları”nca üretilen “yandaş medya” sözüyle eleştiriliyor. Kast edilen, hükümet taraftarı olmaları.
Medyayı tek seslilikten bir ölçüde çıkaran bu çeşitlenme, yandaşlık ithamlarına fırsat vermeyecek bağımsız bir zeminde gerçekleşseydi, demokrasi için çok daha sağlıklı bir tablo olurdu.
Bu süreçte dikkat çeken bir başka nokta, son dönemde, merkez medyada da mesleklerini resmî ideolojinin ve ona dayalı statükonun savunuculuğuna adamış kalemlerin birer birer sahneden ayrılmaları. Bunu nasıl yorumlamak lâzım?
Bu çekilmeler demokratik sürecin gelişmesine paralel olarak yaşanan “doğal” bir tasfiyenin mi, yoksa kimileri tarafından ısrarla iddia edildiği gibi siyasî iktidar kaynaklı baskıların mı neticesi?
Bu soruya net bir cevap verebilmek hayli zor.
Belki iki ihtimalin de etkisi var. Ama asker ve yargı kaynaklı bürokratik vesayetten siyasî vesayete, sivil diktaya, seçilmiş tek adam rejimine gidildiğine dair iddiaların yalnızca seslendiriliyor olması dahi, olup bitenleri “demokratikleşme süreci” ile izah eden yorumlara gölge düşürüyor.
Ve “Demokrasi mücadelesi mi, iktidar kavgası mı?” sualindeki ikilem burada da ortaya çıkıyor.
Ergenekon-medya bağlamındaki bir başka ironik çelişki de, basın özgürlüğü açısından hangi durumda olduğumuzu gözler önüne seriyor.
Ergenekon’un medya ayağını çökertme iddialı operasyonların yetersizliğine mukabil, örgütün üzerine giden, iddianamelerden hareketle haber ve yorum yapan, yazı yazan birçok gazeteci hakkında, sayısı binlerle ifade edilen soruşturmalar açıldı, bunların epeyce bir kısmı dâvâya dönüştü.
Soruşturma ve dâvâların dayanağı, yine bu iktidar dönemindeki TCK değişiklikleri kapsamında düzenlenen “âdil yargılamayı etkileme” ve “soruşturmanın gizliliğini ihlâl” gibi maddeler.
Ve çok garip bir şekilde bu maddeler, büyük çoğunluğu “iktidar yandaşlığı” ile eleştirilen yayın organlarındaki gazetecilere karşı işletiliyor.
Bu durumun düzeltilmesi için hükümete yapılan çağrılar ise hâlâ bir netice vermiş değil. Eylül sonunda medya yöneticileriyle yaptığı toplantıda Başbakana bu konuyu sorduğumuzda, konuyla ilgili çalışmanın sürdüğünü söylemişti.
Ama aradan altı ay geçmesine rağmen, sözü edilen çalışma hâlâ Meclis gündemine gelemedi.
Ve Ergenekon, basın özgürlüğüne yönelik bir tehdit olarak, yandaşlarından çok karşıtlarını vuran bir silâh işlevi de görmeye devam ediyor.