Özgürlükleri sınırlandırmak için siyasetin alanı daraltılıyor
Siyasete siyaset dışı güçlerin müdahalesi ister istemez siyasetin alanını daraltıyor. Hatta siyasetin alanını daraltmak için siyasete müdahale ediliyor demek yanlış olmaz. Halbuki egemenliğin millette olabilmesinin şartı hayatın her alanını TBMM'nin tanzim etmesi, sorunlara bu kanaldan çözüm bulunması gerekir. Bu kanaldan çözüm bulunduğu takdirde seçilmişler ister istemez halkın istek ve temayüllerini dikkate almak zorunda kalırlar. Bunun sonucu olarak da halkın egemenliğinden söz edilebilir. Siyasetin alanının daraltılması ise asker-sivil bürokrasinin alanının genişletilmesi anlamına geliyor. Halka hesap vermek durumunda olmayan asker-sivil bürokrasinin alanını ne kadar genişletirseniz demokrasinin ve özgürlüklerin alanını o nispette daraltmış olursunuz. Sanıyorum ülkemizin ana sorununu da bu oluşturuyor.
Yıllardan beri asker-sivil bürokrasi toplumun ne istediğine değil, kendilerinin ne istediğine bakmış, toplumu kendi istek ve temayüllerine göre değiştirmeye çalışmıştır. Bunu kendileri için bir hak olarak görmüşler, bununla da yetinmeyip bu ülkenin geleceğini toplumun değişmesine bağlı olarak değerlendirmişlerdir. Kısacası tepeden inmeci, dayatmacı bir zihniyet hakim olmuştur. Halk güdülmesi gereken bir sürü gibi algılanmış, halkın ne düşündüğü, ne istediğine hiç önem vermemiş, hatta halkın kendi haline bırakılması ülke için tehlike olarak algılamıştır. Halkın nasıl yaşaması, nasıl düşünmesi, nasıl inanması gerektiğine asker-sivil bürokratlar karar verme hakkına sahip olduklarını düşünmüşlerdir. Hatta buna inanmışlardır. Bunda kendilerini aydın kabul edenlerin halka karşı bir üstün görme psikolojisinin de önemli rolü olmuştur. Bir bakıma içinden çıktıkları toplumu beğenmeyen bir kompleksle hareket etmişlerdir.
Bu noktada yaklaşık 40 yıl önce bir büyüğümden dinlediğim şu olayı aktarmak istiyorum.
Çiftçi bir baba oğlunu liseden sonra Üniversite'ye gönderir. Yıllar geçer çocuk Ziraat Fakültesini bitirir diplomasını alarak köyüne döner. Babası ile bahçeyi gezerken bir ağacın altında otururken babasına edindiği bilgiyi göstermek için, "Baba bu ağaçtan 50 kilo elma alırsın" der. Baba oğlunun yüzüne hafife gülümseyerek bakıp, "Yavrum o ağaçtan bu sene Allah nasip ederse 100 kilo armut alırım" karşılığını verir. Yani biraz okuyup kendisine aydın sıfatını layık görünce bazılarının tereciye tere satmaya kalkışması gibi içinden çıktığı toplumu beğenmemesi toplumsal sorunlarımızın başında geliyor.
Kısacası siyasetin alanının daraltılması çözülebilir sorunları çözümsüz hale getiriyor. Halbuki resmi ideoloji diyebileceğimiz bu tepeden inmeci, kimin nasıl düşüneceğini, nasıl inanacağını belirleme hatta dayatma hakkını ve yetkisini kendinde gören anlayış çıkmaza girdiğinin de farkında değil. Belki farkında da dayanabildiği kadar toplumsal isteklere direnmeye çalışıyor.
Bu noktada geçtiğimiz Pazar günü Star Gazetesi Pazar ekinde İsmail Beşikçi ile Ayşe Düzkan'ın yaptığı röportajdan kısa bir bölüm aktarmak istiyorum.
Beşikçi, "Türkiye siyasi sorunlarını mahkemede çözmeye çalışıyor" diyerek bu görüşünü şöyle özetliyor:
"Resmi ideoloji inkara ve imhaya dayalıdır. Mahkeme kararlarıyla bu inkara ve imhaya meşruiyet verilmeye çalışılmaktadır.
Hızla değişen toplum hiç değişmeyen, katı bir resmi ideoloji ile yönetilmeye gayret edilmektedir. Buysa kaosa yol açmaktadır."
Söz konusu resmi ideolojiyi ise topluma ve siyasi kadrolara dayatanın asker-sivil bürokrasi olduğunu sanıyorum söylemeye bile gerek yok.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.