WikiLeaks’te Nurcular

WikiLeaks’te Nurcular

Dünyayı sarsan, hattâ Arap ülkelerindeki son olayları tetikleyen WikiLeaks belgelerinin Türkiye ile ilgili olanlarından birkaçı, ilk dalgada “tadımlık” olarak ortaya sürülmüş, ama fazla iz bırakmadan gündemden kalkmıştı. Oysa yazışmalarda en çok belgenin Türkiye ile ilgili olanlar olduğu ifade edilmişti.

Sonradan, “WikiLeaks Türkiye” özel dosyasının ayrıca servis edilmek üzere hazırda tutulduğu ve bunun için Taraf gazetesinin seçildiği ortaya çıktı. Ve Taraf günlerdir belgeleri yayınlıyor.
Bunların içinde, ABD idaresinin Türkiye’deki cemaat ve tarikatlarla ilgili yazışmaları da var.
Meselâ Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Ankara Büyükelçiliğine “bilgi talebi” başlığıyla gönderdiği mesajda çok sayıda soruya yer vermiş.
“Türkiye’de üye sayıları ve siyasî kudretleri bakımından en güçlü İslâmî cemaat ya da tarikatlar hangileri? Bunlar birbirleriyle nasıl geçinir ya da ilişki kurarlar ve bunu niçin yaparlar?” gibi.
Aynı şekilde “Nurcu hareketine Kürtlerin katılımı ne düzeyde? Tarikatlar/Nurcu örgütler dindar Türklerle dindar Kürtler arasında ne ölçüde köprü oluşturuyor?” gibi (Taraf, 23.3.11).
Kürt bağlamındaki bu soruların devamında, Diyanet’in dışlayıcılığına kızarak veya etnik Kürt ayrımcılığının körüklenmesiyle, bu cemaatlerin ne ölçüde “redci ve ayrılıkçı bir İslâm”ın üretildiği yerler haline geldikleri gibi buram buram “fitne” kokan sualler de sorulup cevap isteniyor.
Ve bütün bunlar, Said Nursî’nin 70 yıla yakın bir zaman önce yazdığı öngörüleri doğruluyor:
“Sefirlerin (diplomatların) kafası siyasetle meşgul olduğundan ve Risale-i Nur siyasetle alâkası olmadığından, siyasî bir kafa çabuk takdir edemiyor. (...) Amerika buranın en küçük bir havadisini merakla takip ettiği halde, buranın en büyük bir hadisesi olan Risale-i Nur’u elbette arayacaktır...” (Emirdağ Lâhikası-I, s. 382)
***
Derin devletin kalbindekiler
“WikiLeaks Türkiye” dosyasından çıkan ve dönemin ABD Büyükelçisi Robert Pearson’ın imzasını taşıyan Kasım-02 tarihli bir başka ilginç belgede de, eski bir MGK üyesi ile bir AYM hakiminin yaptığı “derin devlet” tanımları var.
MGK üyesi “Derin devletin kalbinde cumhurbaşkanı, asker ve yargı var” derken, AYM hakimi “Yargı bağımsız değil, Kemalist statükoyu ebediyen sürdürmeye yarayan daha geniş bir mekanizmanın önemli ve tâlî bir parçası” ifadesini kullanıyor. “Derin devlet, görüşlerini yargı mensuplarına MGK ya da iktidar güçleriyle özel ilişkileri olduğu bilinen kıdemli gazeteciler aracılığıyla iletir” sözü de bu kişiye ait (Taraf, 21.3.11).
Şimdi cevabı verilmesi gereken önemli bir soru şu: AKP iktidarının sekiz buçukuncu yılında bu sistem demokratikleşme yönünde dönüştürülüyor mu, yoksa yalnızca el mi değiştiriyor?
***
Çetin Doğan: AKP’yi şans olarak gördük
Balyoz sanığı Çetin Doğan, mahkemedeki ifadelerinde 2002’deki siyasî ortamı anlatırken, orta sağın çöktüğünü, orta sol için ise yabancıların ‘’Çok şef var, çalışan adam yok’’ sözünün geçerli olduğunu söyleyip, “AKP’nin iktidara gelmesini bir şans olarak gördük” ifadesini kullanmış ve “Bunlar iktidara gelir gelmez hemen ihtilâl yapabilir miyiz?” diye sormuş (Akşam, 23.3.11). Doğan gibi düşünce yapısı belli bir kişi, AKP iktidarını ne için bir “şans” olarak görebilir? Radikal eski yazarı Mehmet Ali Kışlalı’nın yeri geldikçe yazdığı “Devrimleri benimseyememiş kitleleri kazanmak için AKP’den istifade edilebilir” hesabı için mi? Eğer öyle ise, en azından AKP iktidarının ilk yıllarına yönelik “darbe planı” iddiaları, Doğan gibiler için zayıflamış olmaz mı?
****
Erdoğan: Askerle en yakın çalışan, biziz
Peki, Erdoğan’ın “Askerle bizim kadar yakın çalışan kimse olmadı. Çok yakın görüşüyoruz. Hem ben, hem arkadaşlarım” (İsmail Küçükkaya, Akşam, 17.3.11) sözünü nasıl yorumlamalı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi