Kendimize dönmeden huzura ermek mümkün değil
Bir yandan dünya üzerinde hüküm süren güçlerin maddeyi esas alan anlayışı, diğer yandan kültür emperyalizminin tesiri ve telkini altında kalan insanımız tam bir karmaşa ve belirsizliğe sürüklenmiş durumda. Toplumların kimliğini ve kişiliğini belirleyen değerlerin başında din gelir. Buna bağlı olarak oluşan kültürel değerler hareketlerimizi belirler. Kısacası geçmişte yer yüzünde belirleyici güç oluşumuzu hangi değerlerin sağladığını bugün yeniden düşünmek durumundayız. Kendi medeniyetimizi bir kenara iterek Batı medeniyetinin kanatları altına sığınmayı kurtuluş sanan anlayışın bugün ülkemizi getirip son sözü söyleme durumunda olanların kanatları altında bir sığıntı durumuna düşürdüğünü görmeleri için daha başımıza nelerin gelmesi gerekiyor.
Yavuz Bahadıroğlu'nun Muhteşem Süleyman kitabını bir marketin kitap raflarında görünce alıp okumaya başladım. Kitabın yaklaşık ilk 60 sayfası 16. ve 18. yüzyıllarda Osmanlı topraklarına gezi ya da görev gereği gelen yabancıların dönüşte kaleme aldıkları hatıralarından alıntılardan oluşuyor. Yabancıların şahadeti de gösteriyor ki Osmanlı'yı Osmanlı, yeryüzünde belirleyici yapan değerler bizim mayamızı oluşturuyordu. O değerleri içine sindirmiş günlük hayatına aksettirmiş insanların oluşturduğu bir toplumda elbette tepeden tabana herkes için adalet, dürüstlük, ahlak gibi değerler belirleyici oluyordu. Bu değerlerin toplumda belirleyici olması ise toplumsal dayanışmayı, sevgiyi, kaynaşmayı gündeme getiriyordu. Bu da yabancıların bile Osmanlı toplumuna gıpta ile bakmasını sağlıyordu. Bunun sonucudur ki, Batı dünyası Osmanlı'yı kurtarıcı olarak görüyor, gerektiğinde sığınılacak güven ve huzur kaynağı bir kapı olarak algılıyordu. Ne var ki giderek zayıflayan Osmanlı devlet ve toplumsal yapısı başta bu ülkeyi yönetenleri Bat karşısında kendilerini güçsüz ve zayıf hissetmelerine sebep olmuş, giderek toplumda Batı taklitçiliği kurtuluş gibi takdim edilir olmuştur. Bugün gelinen noktada bir yandan toplumsal cinnetle karşı karşıyayız. Cinayetler, sapıklıklar, salgın halini alırken çalmanın çırpmanın marifet sayıldığı bir toplum haline geldik. Artık ahlaksızlık, sapıklık ve hırsızlık kötü olmaktan çıkıp yakalanmak aptallık olarak nitelendirilir oldu. Kendi medeniyet değerlerimizden öylesine uzaklaştık ki idam cezasını bile taklit ettiğimiz değerlerin mensupları istediler diye kaldırdık. Kaldırdık da ne oldu? Ne olduğunu uzun uzun anlatmaya gerek yok. Çünkü yaşanan iğrençlikleri tekrar etmek bile masum zihinlerde bir takım örselenmelere yol açabilir.
Yer yüzünde bugün gücü hak sebebi sayan zihniyetin mensuplarının borusu ötüyorsa İslam dünyasına yönelik saldırılarının sebebini araştırmanın anlamı yoktur. Yer yüzünde ve ülkemizde Hakk'ın hakim olmasının yolu bizi biz yapan medeniyet değerlerimizi yeniden toplumda hakim kılmaktan geçer. Kendi medeniyetimizi yeniden ihya etmek durumundayız ki önce kendi ülkemizde adaletin, iyiliğin, güzelliğin hakim olmasını sağlayalım ondan sonrada bu güçle yer yüzündeki İslam dünyasının birlik ve beraberliğini sağlayarak yer yüzünde belirleyici olan bir güç haline gelelim. Bu temin edilemediği sürece bilinmelidir ki ülkelerin işgali ister NATO şemsiyesi altında ister sömürgecilerin oluşturduğu koalisyon güçleri marifetiyle olsun sürecek, sonuçta mazlumlar ezilecek, zenginlikleri talan edilecek, zalimlerin hükmü sürecektir.
Bilindiği gibi Libya'ya karşı Fransa'nın başını çektiği koalisyon güçleri saldırıya geçmiş Libya'yı bombalamaya başlamıştı. Bunun üzerine NATO'nun bu işe öncülük etmesi istekleri gündeme geldi. Bunun başını da Türkiye çekti. Sonuçta komutanın resmen NATO'ya geçmesi büyük bir başarı gibi takdim edildi. Durup da "NATO'nun komutası kimde?" diye soran olmadı. NATO, ABD'nin isteği dışında hareket edebilir mi? Bir diğer ifade ile NATO denen teşkilat emperyalistlerin arzularını hayata geçirmek için oluşturulmuş bir uluslararası örgüt değil mi? NATO gerçekten yer yüzünde adaletin tesisi için mi hareket ediyor? Bunun için mi Irak'ın ve Afganistan'ın işgalinde ya doğrudan ya da dolaylı olarak rol alıyor?
NATO'nun ülkeleri işgal ederek kimler tarafından yönetileceğine karar verme hakkı olabilir mi? Bırakın İslam anlayışına göre olmadığını kendi anlayışlarına bile ters değil mi?
Demek istediğim o ki, sadece Türkiye ve İslam dünyası değil tüm dünyanın ve insanlığın İslam Medeniyetinin yeniden belirleyici olmasına ihtiyacı var.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.