Provokasyonlara dikkat

Provokasyonlara dikkat

Seçime doğru gidilirken hassas konularda değişik provokasyonlar tezgâhlanabileceği endişesi, bundan önceki seçimlerde olduğu gibi, 12 Haziran öncesinde de mevcuttu.
Özellikle, “normal” zamanlarda da Türkiye’yi zaten hep diken üstünde tutagelen terör meselesinde yeni saldırı, çatışma ve şehit haberleri gelmesin diye, herkes yüreği ağzında, bekliyor.
Herkesin duası: Aman “sükûnet” bozulmasın.
Ve görünen o ki, şimdilik öyle gidiyor. İnşaallah seçime kadar da, sonrasında da öyle gider.
Ancak “çatışma-pusu-mayın” eksenli terör ve ölüm haberleri açısından nisbî de olsa sükûnetin yaşandığı bir ortamda YSK’nın bazı “bağımsız” BDP’li adayları veto etmesi ile patlak veren gerginlik, bu ortamın ne kadar hassas ve kırılgan olduğunu bir defa daha gözler önüne serdi.
Bir anda sokaklar hareketlendi, kararı protesto gerekçeli eylemler taşlı-sopalı-molotof kokteylli çatışmalara dönüştü ve kan da döküldü.
Ve kimi yerlerde kepenkler açılmadı.
Gerginliğin yaşandığı bazı beldeler, terörün en azgın olduğu dönemlerde olduğu gibi, yer yer hayalet kasabalara dönüştü. Hafızalardan silinmek istenen kâbus ve korkular yine hortladı.
Oluşan tablo, adeta “devlet eliyle” gerçekleştirilen bir provokasyonun varlığını düşündürdü.
Hadisenin odağında YSK gibi, seçimleri yönetmekle görevli bir yargı organının yer alması, kapsamlı ve köklü bir yargı reformunun ne kadar hayatî bir gereklilik olduğunu da gösterdi.
Tabiî bu reform, AKP’nin anladığı mânâda oraya da hakim olmak değil, sistemi düzeltmek.
Ki söz konusu adaylıkların iptali kararının ayrıntılarıyla ilgili tahlillerde, konuya ilişkin anayasa ve yasa hükümlerinin ne kadar çelişkili ve karmaşık olduğu, enine boyuna ortaya konuldu.
Böyle bir mevzuatın içinden düzgün ve sağlıklı kararlar çıkarabilmek, herkesin harcı değil.
Bu mevzuatı yorumlarken, siyaset ve toplum gerçeklerini doğru okuyup isabetli öngörülerde bulunabilmek için gerekli olan basiretin yeterli düzeyde bulunmayışı da işin içine girince, gereksiz yere yaşanan gerginlikler patlak veriyor.
Sonuçta çok büyük bir tepki ve infiale yol açan “adaylıkların iptali” kararları sonradan geri alındı, arada geçen zaman zarfında bir cana mal olan gerginlik ise yanımıza “kâr” kalmış oldu...
Geçtiğimiz günlerde meydana gelen bir başka provokasyon da Bedri Baykam’ın ve yardımcısının bıçaklanmasıydı. Neyse ki, saldırı ölümle neticelenmedi; böylece hem saldırıya maruz kalanlar, hem de toplum açısından ucuz atlatıldı.
İlâveten, saldırganın problemli bir psikolojik yapıya sahip olduğunun ortaya çıkması da, olaydan “laik-antilaik çatışması”nı körükleyecek yeni sonuçlar üretme niyetlerine fırsat vermedi.
Farklı bir durumda, önceki yıllarda cereyan eden benzeri olaylarda olduğu gibi, bu saldırı da, zaten var olan ve giderek daha da hassas bir nitelik kazanan gerginlik ve kutuplaşmayı çok daha ileri noktalara tırmandırmak için kullanılırdı.
Tartışmalı kişiliği ve etkinlikleriyle kendisinden söz ettiren Baykam’ın, ayrıca laikçi çizgideki sivri ve agresif çıkışları da biliniyor. Bu yapıdaki bir kişiye yöneltilen saldırı, bilinçli olarak ve profesyonelce tezgâhlanan bir planla gerçekleşmiş olsaydı çok vahim sonuçlar doğurabilirdi.
Velhasıl, seçime iki aydan az bir zaman kala yaşanan bu iki olay, herkesin çok dikkatli olması gereken bir süreçten geçtiğimizi hepimize hatırlatmış oldu. Bilhassa mâlûm duyarlılıkların söz konusu olduğu alanlarda özellikle müteyakkız ve sağduyulu bir tavrın izlenmesi gerekiyor.
Bu çerçevede, giderek ısınmaya başlayan seçim meydanlarındaki söylemlerde, hassasiyetleri tahrik ederek tansiyonu yükseltecek ve yeni gerilimleri tetikleyecek fevrî ve ölçüsüz ifadeler kullanmaktan kaçınılması büyük önem taşıyor.
Çünkü “yukarı”daki polemiklerin sertleşmesi, “aşağı”da daha haşin kavgaları tetikleyebiliyor.
Gerilimi tırmandırmak, pusuda bekleyen provokatörlerden başka kimseye fayda getirmez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi