İslâm üniversitesi
Dünyadaki farklı ülkelerden öğrencilerin okuduğu ve yine farklı ülkelerden hocaların ders verdiği beş “İslâmî İlimler Merkezi” olduğunu belirten Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, bunların farklı sebeplerle verimli çalışamaz durumda olduğunu söylüyor.
Buna göre, Mısır’daki Ezher Üniversitesi 50’li yıllardan beri seviye kaybederken, Medine’deki İslâm Üniversitesi belli düşünce kalıplarına hapsolduğu için evrensel din âlimi yetiştiremiyor; İslâmabad’daki merkez gelişemedi; Malezya’daki İslâm Üniversitesi, projeyi başlatan Başbakan hapse girdikten sonra kalitesini koruyamadı; İran-Kum’daki üniversite de bir mezhebin hakimiyetinden dolayı tüm dünyaya hitap edemiyor.
Bu beş ilim merkezinin başarılı olamayış sebeplerinin enine boyuna tahlil edilmesi lâzım.
Ama ilk bakışta, hepsi için geçerli olan ortak sebeplerden birini, Bediüzzaman’ın “meşrutiyet-i ilmiye” tabiriyle dikkat çektiği ortamın bulunmayışı olarak ifade etmek mümkün görünüyor.
Bir diğer çok önemli nokta da, böyle kurumların siyasî sarsıntı ve çalkantılardan etkilenmeyecek bir zemin üzerinde konumlandırılmaları.
Bu kurumlarda istibdadın ilmîsi de, siyasîsi de olmamalı. Tam bir hürriyet içinde çalışmalılar.
Nitekim bin yıllık geçmişe sahip Ezher’in, Mısır’daki darbeler marifetiyle devlet denetimine alınmasından sonra ağırlık, etkinlik ve itibarını kaybettiğini belirterek, kurumun eski gücüne tekrar kavuşabilmesi için eskiden olduğu gibi yine özerk bir yapıya sahip kılınması gerektiğini vurgulayan seslerin yükselmesi, bu açıdan ilginç.
Görmez’in, Diyanet Vakfı 29 Mayıs Üniversitesi bünyesinde kurulacağını bildirdiği Uluslararası İslâmî İlimler ve Din Bilimleri Fakültesinin başarılı olup daha kapsamlı bir üniversiteye dönüşmesi açısından da bu iki nokta çok önemli.
Yani, bu fakülte en başta Diyanet’in de hâlâ kurtulamadığı resmî ideoloji kalıplarına hapsedilmemeli ve özgürce ilim-fikir üretebilmeli.
Bu fakülte, ilk nazarda, Said Nursî’nin bir asır önce gündeme getirip, altmış yıl önce yine onun tarafından uluslararası bir vizyonla güncelleştirilen Medresetüzzehra projesini tedai ettiriyor.
Sultan II. Abdülhamid’den Sultan Reşad’a, ilk dönem cumhuriyet yöneticilerine ve 1950 sonrasının iktidarına uzanan bir silsile içinde, fırsat ve imkân bulduğu her durumda bu proje için destek talebinde bulunan Bediüzzaman, son olarak Bayar ve Menderes’e yazdığı bir mektupta Medresetüzzehra’nın hedeflerini şöyle sıralıyor:
* “İslâm kavimlerini, meselâ Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan’daki milletleri menfî ırkçılık ifsad etmesin. Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile ‘Mü’minler ancak kardeştir’ (mealindeki) Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsinin (temel bir kanununun) tam inkişafına mazhar olsun.”
* “Felsefe fünunu (fenleri) ile ulûm-u diniye (dinî ilimler) birbiriyle barışsın.”
* “Avrupa medeniyeti, İslâmiyet hakaikıyla (hakikatleriyle) tam musalâha etsin (barışsın).”
* “Anadolu’daki ehl-i mektep ve ehl-i medrese birbirine yardımcı olarak ittifak etsin.” (Emirdağ Lâhikası, 839-46. sayfalarda yer alan mektup.)
Bediüzzaman’ın öncelikle Müslümanlar arasındaki kardeşliğin tesis ve tahkimini esas alırken, felsefeyi dinle, Avrupa medeniyetini İslâmın hakikatleriyle barıştırmayı hedefler arasına koyması, Diyanet’in projesinde de önemle nazar-ı dikkate alınması gereken noktalardan biri.
Said Nursî Medresetüzzehra’nın üzerine bina edileceği temel prensibi “vicdanın ziyası olan dinî ilimlerle aklın nuru olan modern fenlerin imtizac ettirilmesi” olarak belirlemişti. Diyanet’in İslâmî İlimler Fakültesinde modern fenlerin felsefe, psikoloji, sosyoloji gibi sosyal bilimler kısmının okutulması öngörülmek suretiyle, bu mânânın kısmen tahakkuku gündeme geliyor. Tabiî, dinî ilimlerle imtizac ettirilebildiği ölçüde...
Projeye “Hayırlı ve başarılı olsun” diyoruz.