Dindarlık artıyor mu?

Dindarlık artıyor mu?

Türkiye’de dindarlaşma artıyor mu, yoksa azalıyor mu? Bağnaz laikçilere göre artıyor ve bu da irtica tehlikesindeki ürkütücü tırmanışı gösteriyor. Can Paker gibi Soros bağlantılı bazı liberaller ise farklı kanaatte: “Dinin kamuda ve sosyal hayattaki görünürlüğü artıyor, ama dindarlık ve şeriat talebi artmıyor.”
18.4.11 tarihli Radikal’de Ezgi Başaran’ın sorularını cevaplandıran Paker’in değerlendirmesi, bizim de öteden beri yeri geldikçe dile getirmeye çalıştığımız bir kanaatin teyidi niteliğinde.
Dahası, dinin kamu ve sosyal hayattaki görünürlüğü arttıkça, paradoksal bir şekilde dindarlık azalıyor. Çünkü hassasiyetler zayıflıyor, ölçüler aşınıyor ve kimliklerde dejenerasyon başlıyor.
Peki, din kamuda ve sosyal hayatta görünmesin mi? Böyle birşeye “evet” demek elbette mümkün değil. Bunun imkânı ve olabilirliği de yok.
Çünkü din hayatın her safhasında yaşanması ve tezahürlerini yansıtması gereken bir kurallar manzumesi. Bu yansımaların fıtrî bir süreçte sosyal hayatta ve kamuda da kendisini göstermesi kaçınılmaz. Önemli olan, bu tezahürlerin yine dinin kurallarına uyularak şekillendirilmesi.
İşte hassas ve kritik nokta da tam burada:
Dinin görünürlüğünün arttığı bir süreçte, takva eksenli ölçü ve hassasiyetlerin korunmasına gösterilecek dikkat ve itina da o ölçüde artmalı.
Aksi halde, son dönemde sıklaşan örneklerde görüldüğü gibi, dindarlığın içi boşalır. Meselâ haram-helâl hassasiyetleri zayıflar. Tesettürün önemli ve tamamlayıcı bir unsuru olan başörtüsü, bir aksesuar konumuna indirgenir. Kadın-erkek ilişkilerindeki mahremiyet ölçüleri aşınır...
Sonu olmayan böyle bir tavizkârlığa ve onun getireceği dejenerasyona meydan vermemek için, dindarlığın kırmızı çizgilerini oluşturan takva ölçüleri noktasında çok daha hassas olmalıyız.
***
Şeriat talebinden ne kast ediliyor?
Paker’in sözünü ettiği “Şeriat talebi de azalıyor” konusu başlı başına üzerinde durulması gereken bir bahis. “Şeriat talebi” ile kast edilen şey ne? Baskıya dayalı bir “din devleti” mi? Ki, yaygın propagandaların etkisiyle, yeterli bilgi sahibi olmayanlarca anlaşılan mânâ bu. Oysa gerçek anlamdaki şeriatın bu bağlamdaki iddia ve çarpıtmalarla uzaktan yakından en küçük bir ilgisi yok. Nitekim Said Nursî’nin şeriat tarifi, hukuku, hak ve hürriyetleri esas alan bir içeriğe sahip. Keza “Şeriat ikidir” deyip, birinin bildiğimiz din kuralları, diğerinin de kâinattaki işleyişte konulan kanunlar olduğunu ifade eden de yine Bediüzzaman. En iyisi, bilgi yetersizliğinin had safhada olduğu bu meselede “Şeriat talebi azalıyor” gibi hükümler vermenin abesiyetine işaret ettikten sonra, konuyu “Cemaatler” dizimizin son bölümünde çıkacak olan izahlara havale edelim.
***
“Müslüman Kalvinistler”
Paker’in aynı mülâkatta söylediği bir söz daha var: “Dengelerin değişmesi, Özal’ın ekonomiyi liberalleştirmesi ve Anadolu’nun dört bir köşesini sanayi yapılabilir potansiyele getirmesiyle başladı. Anadolu kaplanları, Anadolu burjuvazisi veya Müslüman Kalvinistler dediğimiz sınıf oluştu.”
Müslüman Kalvinistler benzetmesinin altında hangi kasıt ve niyetlerin yattığını, konu gündeme geldiği zaman değerlendirmeye çalışmıştık.
Buradaki mesele, Müslüman bir toplumu kapitalist sisteme uydurup ona göre dönüştürerek, nihaî planda dünyevîleşme tuzağına düşürmek.
Kur’ân ve hadislerde, Müslümanı girişimci olmaya teşvik eden önemli referanslar var. Meselâ “İnsan için çalıştığından başkası yoktur” mealindeki âyetle, “Kazanan, Allah’ın habibidir,” “Veren el alan elden üstündür” gibi hadisler bunların ilk akla gelen örneklerinden. Keza tüccar ve zengin sahabelerin varlığı da bir başka dayanak.
Dinimiz üretip kazanmayı teşvik ediyor, ama serveti de Allah yolunda harcamayı öğütlüyor.
Ölçüsüz tüketime dayalı kapitalist anlayışı lanse edenlerin es geçtiği püf noktası ise burada.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi