Tuzak üstüne tuzak mı?
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, aday gösterildiği ve seçim kampanyasını sürdürdüğü İzmir’deki belediye baskınlarından rahatsızlığını her fırsatta dile getiriyor.
“Seçim öncesi tuzak üstüne tuzak kuruluyor” diyen Günay, söz konusu belediye baskınlarını da, Ilgaz’da Başbakanın koruma konvoyuna yapılan terör saldırısını da, Yüksekova ve Diyarbakır’daki olayları da bu bağlamda yorumluyor.
Hadi, terör saldırılarını, tabiatları gereği bu kapsama dahil edelim. Ama yolsuzluk iddiaları gerekçe gösterilerek savcılığın talimatı ve polisin harekete geçmesiyle gerçekleştirilen belediye baskınlarına da “tuzak” demenin mantığı ne?
Savcı ve polis devletin yasal görevlisi değil mi?
Devlet, yeni dönemde kendisini idare edecek kadroların halk tarafından belirleneceği bir seçim öncesinde, Günay’ın sözünü ettiği tarzda—üstelik böyle göstere göstere—tuzak kurar mı?
Günay, söz konusu CHP’li belediyeler için baskın ve arama talimatı veren savcıyı ve onun kararını uygulayan—statü olarak İçişleri Bakanlığının emrindeki—polisleri, bahsettiği “tuzak” senaryosu içinde nasıl bir çerçeveye oturtuyor?
“Bu operasyonlar neden daha önce gündeme gelmedi de, şimdi, tam seçim arefesinde düğmeye basıldı?” sualiyle kimlere mesaj yolluyor?
Günay, bu baskınların İzmir seçmeninde aksülamel yapıp, “inadına tepki” oylarının tırmanmasına yol açacağından endişe ediyor olmalı.
Peki, tersi de geçerli olamaz mı? Yolsuzluk iddiaları, CHP’nin 12 Haziran’da İzmir’den alacağı oyları düşürerek AKP’nin işine yaramaz mı?
Günay’ın, kaygısını dile getirirken, başka dâvâlarda “Yargının tasarrufudur” diye ifade edilegelen iktidar yaklaşımından ayrılarak, savcıları seçimde CHP’ye ekstra prim yaptırmayı amaçlayan bir tuzağın içinde olmakla itham eden imalı beyanlarda bulunması da hayli garip değil mi?
Eğer kast ettiği tuzaklarda yargı organının da bir şekilde dahli varsa, o zaman, geçen yılki 12 Eylül referandumu öncesinde söz verilen “Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü” taahhütleri, paketin yüzde 58 evet oyu ile kabul edilmesine ve ardından HYSK’da gerçekleşen değişikliklere rağmen hâlâ hayata geçmemiş ve yargıyı bu tür iddia ve spekülasyonların konusu olmaktan çıkaracak derin, köklü ve kapsamlı bir yargı reformu hâlâ yapılmayı bekliyor demektir.
Ayrıca, yolsuzluk eksenli belediye baskınlarıyla terör saldırıları aynı kefeye konulabilir mi?
Bir diğer önemli nokta, Günay’ın tuzak olarak nitelediği baskınların yasal devlet organlarınca gerçekleştirilmesiyle, Başbakanın İmralı ile görüşme konusunda ifade ettiği, “Devlet istediği kişiyle görüşür, devletin başı da iktidardır” sözü arasındaki bağlantı. Eğer devletin başı iktidarsa, Günay yetkili ve görevli devlet organları tarafından yapılan bu baskınları, dolaylı olarak iktidarın icra ettiğini söylemiş, yakındığı tuzağı mensubu olduğu iktidara mal etmiş olmuyor mu?
Nereden bakılırsa bakılsın, tuhaf bir yorum.
Bir diğer tuhaflık, “Devletin başı iktidardır” diyen Başbakanın en yakınındaki isimlerden birinin, kendisinin de aday olduğu seçimlere bir hafta kalıncaya kadar provokatif eylem ve saldırıların devam edeceği “öngörü”sünde bulunmuş olması.
Neden öyle olsun? Bu tür eylemlere meydan vermeyip engel olmak suretiyle seçimin huzur ve güven ortamı içerisinde yapılmasını sağlamak hükümetin en önemli görevlerinden biri değil mi?
Kastamonu saldırısıyla ilgili istihbaratın çok önceden yetkili birimlere ulaştığı bilgisi medyada da yer aldığı halde, önceki benzerlerinde olduğu gibi yine gafil avlanılmasının izahı var mı?
Yoksa Başbakanın “Devletin başı iktidardır” sözü, seçimlerden üç ay önce “bağımsız” isimlere devredilen üç bakanlık için geçerli değil mi?
Meselâ İzmir’deki belediye baskınlarının talimatını veren savcılar ve gereğini yerine getiren polisler, Adalet ve İçişleri Bakanları bağımsız olduğu için mi “daha rahat” hareket ediyorlar?
İktidarın sözü oralarda artık geçmiyor mu?