Terazinin iki kefesi
Said Nursî’nin “Bu vatanda şimdilik dört parti var” cümlesiyle başladığı mektubundaki tahlilinde, bu dört partiyi nihaî aşamada ikiye indirdiğini ifade etmiştik.
Bu iki partiden biri CHP. Kendisini “cumhuriyeti kuran parti” olarak tanıtan CHP, Türkiye siyasetinin kalıcı ve değişmez aktörlerinden biri.
1950’ye kadar ülkeyi tek parti diktasıyla yönetti, sonrasında Ecevit’in 1977’deki seçim başarısı dışında, seçmenden tek başına iktidar olmasına yetecek oyu hiç alamadı. O seçimin ardından, rakibi AP’den yaptığı şaibeli transferlerle kurduğu hükümet de fazla uzun ömürlü olamadı.
Ayrıca, 27 Mayıs, 12 Mart ve 28 Şubat dönemlerinde koalisyon hükümetlerinde yer aldı.
1961-65 yılları arasında, İsmet İnönü’nün başbakanlığında AP, YTP-CKMP ve bağımsızlarla kurulmuş olan hükümetlerin büyük ortağı oldu.
1974 yılında, Ecevit’in başkanlığında, Erbakan’ın MSP’si ile bir koalisyon hükümeti kurdu.
12 Eylül’den sonra diğer partiler gibi CHP de kapatıldı ve feshedilen öbür partilerin liderleriyle birlikte Ecevit’e de siyaset yasağı getirildi. 1987 referandumuyla yasaklar kalkınca Ecevit CHP’yi yine kurup başına geçmek yerine DSP’yi kurdu.
CHP de SODEP ve SHP aşamalarından sonra Baykal’ın başkanlığında siyasetteki yerine döndü.
Ve Erdal İnönü’nün başkanlığındaki SHP 1991-95 arasında DYP’nin koalisyon ortağı oldu.
28 Şubat süreci ise Ecevit’e yaradı. Önce, ANAP’ın kurduğu koalisyona ortak oldu, sonra 70 milletvekili ile azınlık hükümeti kurdu, ardından bu hükümet işbaşında iken yapılan seçimden birinci çıkarak Anasol-M koalisyonunu oluşturdu.
Baykal liderliğindeki CHP’nin baraja takılarak 2002’ye kadar Meclis dışı kaldığı, ama onun yerini DSP’nin doldurduğu bir dönemdi bu. Sonra yer değiştirdiler; DSP gitti, CHP yeniden geldi.
Çok partili sisteme geçtiğimiz 1950’den sonraki 61 yıl içinde CHP’nin tek başına ülkeyi yönettiği veya koalisyon ortağı olarak iktidarda pay sahibi olduğu yılların toplamı aşağı yukarı 15 seneyle sınırlı kalırken, ara dönemler hariç, diğer zamanlarda bu parti hep anamuhalefet konumunda oldu. Ve bürokrasideki gücüne de dayanarak, çoğunlukla yıkıcı bir muhalefet yaptı.
Bir diğer dayanağı da, hiçbir hal ve şartta partisine oy vermekten vazgeçmeyen kemikleşmiş seçmen kitlesiydi. Öyle ki, bu seçmen, parti yönetimine ve politikalarına ne kadar kızarsa kızsın, seçim zamanı gelip sandığa gittiğinde oyunu yine CHP’ye atıyor. CHP seçmeninin bu kararlı tavır ve duruşu, başkalarınca da örnek alınmalı.
Seçmen çoğunluğu içerisinde oranca azınlıkta da kalsa, her daim yerinde sabit kalan bu duruş sayesinde CHP, kuruluşunun 88. yılında, Türkiye siyasetinin en eski partisi olarak hâlâ ayakta.
CHP’nin seçmen kitlesi sadece 12 Eylül’den sonra SHP-DSP ikileminde bir süreliğine bocalayıp bölündü, ama o dönemde de aynı tabana oturan iki parti birbirlerini ikame ederek siyasette CHP misyonunu temsil etmeyi sürdürdüler.
Bunun sonucu olarak siyaset terazisinin CHP kefesi geçici istisnalar dışında hep dolu iken, diğer kefe için aynı şeyi söylemek mümkün değil.
O kefede, 50’li yıllarda DP, 60’lı ve 70’li yıllarda AP vardı. Ama 1980’den sonra durum değişti. O tabana önce ANAP monte edilmek istendi. Ama olmadı ve sekiz yıllık iktidarı sonrasında inişe geçen bu parti, kısa bir süre önce siyasî ömrünü tamamlayıp DP’ye katılarak tarihe karıştı.
2002’den sonraki süreçte ANAP’ın yerini AKP aldı. İki dönemdir iktidarı elinde bulunduran bu parti, üçüncü seçimi öncesinde açık arayla önde gözüküyor. Ama bu durum, DP-AP çizgisinin artık AKP ile devam ettiğini göstermeye yetmiyor. İktidar gücü ve imkânlarına ilâveten, kitlelere ümit ve güven verecek bir alternatifin yokluğundan da beslenen bu partinin siyasette kalıcı olup olamayacağı, hâlâ ciddî bir soru işareti.
Terazinin CHP kefesindeki istikrarın DP kefesinde de sübut bulması için, o taban üzerindeki müdahale ve manipülasyonların bitmesi lâzım.