Said Nursî ve BDP
Parti liderlerinin seçim meydanlarındaki atışmaları devam ederken, Erdoğan esas itibarıyla CHP’ye yönelttiği “din eksenli” eleştirileri zaman zaman BDP’ye de kaydırıyor.
Son dönemde cami boykotu ve “sivil namaz” gibi eylemleriyle kendilerinden söz ettiren BDP mensuplarının bunlara karşı verdikleri cevaplar ise tartışmaları yeni ve farklı alanlara taşıyor.
Erdoğan için “Kürtlerin sahte Müslüman olduğunu söylüyor” diyen Ahmet Türk’ün “Şeyh Said’lerin, Said Kürdî’lerin, Seyid Rıza’ların torunlarına kimse Müslümanlık öğretmeye kalkmasın. Kürtler dünyanın en dindar halkıdır. Büyük âlimler yetiştirmiş bir halktır. Said Nursî Hazretleri Kürtlerin gururudur” sözleri bunun son örneği.
Bu değerlendirmenin problemli ciheti, bu konuyu da münhasıran Kürtler ekseninde ele alan bir bakış açısına dayanması. Ki, BDP’nin temel sorunu da bu: Herşeyi etnik zemine oturtması.
Onun için BDP etnik temelde siyaset yapan bir bölge partisi olmaktan çıkamıyor ve herkese hitap eden bir Türkiye partisi haline gelemiyor.
Terör örgütüyle ilişkisi de işin tuzu biberi.
Bunu kaydettikten sonra Ahmet Türk’ün sözlerini başka yönleriyle yorumlamaya çalışırsak:
Kürtlerin dindarlığına vurgu yapması, gecikmeli de olsa bir gerçeğin ifadesi ve önemli. Ama bunun bir siyasî polemik bağlamında ifade edilmesi ve ayrıca BDP’lilerin şimdiye kadarki genel duruşunun dine mesafeli, hattâ uzak ve dahası kimilerinin verdiği imaja bakıldığında dinle kavgalı bir nitelik taşıması, derin çelişkileri getiriyor.
Gerçi Türk’ün kişisel tavrı, diğer hususlarda olduğu gibi bu konuda da daha farklı bir çizgide ve partinin verdiği genel görüntüyle örtüşmüyor.
Ve her halükârda hareketin önde gelen bir isminin, Kürtlerin dindarlığı ile ilgili sosyal bir gerçeği dile getirmiş olması önemli bir gelişme.
Bu bağlamda Said Nursî’ye atıf yapması da.
Ancak bu atfın yine “Kürtlük vurgusu” üzerinden seslendirilip, Bediüzzaman’ın Şeyh Said ve Seyid Rıza gibi isimlerle birlikte zikredilmesi, bir başka problemli noktayı oluşturuyor. Çünkü Said Nursî’nin, Kürtçülük olarak isimlendirilen etnik ve ideolojik duruşla da, diğer iki zevatın adıyla anılan isyanlarla da en küçük bir ilgisi yok.
Tam tersine, Bediüzzaman bütün Müslüman kavimleri çatısı altında toplayan İslâm kardeşliği ortak potasında Kürtlerle Türkleri de bir ve beraber olup kucaklaşmaya teşvik eden bir insan.
Ve onun temel yaklaşımı, BDP’nin duruşuyla tamamen çelişiyor. Hattâ Türk başta olmak üzere BDP önde gelenleri ve mensupları Said Nursî’ye kulak verip onu gerçekten anlamış olsalardı, siyasette BDP diye bir parti olmazdı.
Bu itibarla, BDP’lilere düşen, hiç değilse bu noktadan sonra, “Kürtler onunla iftihar ediyor” dedikleri Bediüzzaman’ı tanıyıp anlamak için yoğun ve yaygın bir seferberlik başlatmak olmalı.
Türk’ün sözleri, Said Nursî gerçeğinin Türkiye’de yaşayan herkes gibi Kürtler için de ne kadar önemli olduğunun, o cenahta da nihayet fark edildiğinin ikrarı olarak anlamlı. Lâfta kalmaması ve anlatmaya çalıştığımız sorun ve çelişkilerden arındırılması ise Bediüzzaman’ı doğru anlamak için yoğun bir çabayı gerektiriyor.
Onun için, BDP’lilerin Said Nursî’ye olan ilgisi Türk’ün sözleri veya evvelce bir başka BDP’linin hatırladığımız kadarıyla iki kez Meclise verdiği “Mezarı bulunsun” önergeleri ya da kimi BDP mitinglerinde Bediüzzaman posterlerinin açılması gibi eylemlerin ötesine geçerek, bu yönde samimî bir seferberlik açılmasına vesile olmalı.
Zira kendileri için varlık sebebi olarak gördükleri “Kürt sorunu”nun asıl çözüm adresi o.
Said Nursî’yi doğru anlama çabası sadece BDP için değil, iki yıldır arkası getirilemeyen açılım projesi bağlamında birkaç kez Bediüzzaman’ın adını telâffuz eden Başbakan başta olmak üzere herkesin ortak ihtiyacı, kaçınılmaz mecburiyeti.
Temennîmiz, bu noktada fazlasıyla uzamış olan gecikmenin artık daha fazla devam etmeyip son bulması ve Said Nursî’ye kulak verilmesi...