Ölçüsüz tepkiler
Geçen hafta Yeni Asya’yı ziyaret eden HAS Parti heyetinden Genel Başkan Yardımcısı Erol Erdoğan, seçim çalışmalarındaki temaslarıyla ilgili izlenimlerini aktarırken, en sert, keskin, haşin ve ölçüsüz tepkileri AKP tabanından aldıklarını, hattâ kimileri tarafından “cehennemlik” ilân edildiklerini anlattı.
Düşünebiliyor musunuz; bunlar yakın zamana kadar yıllarca aynı saflarda siyaset yapmış olan kişiler. Ama siyaseten yollar ayrılınca eski dostlar bir anda en büyük düşman ilân ediliveriyor.
Ve dahası, Allah muhafaza, adeta “dinden çıkmış, mürted, hain” muamelesi yapılabiliyor...
İşte Bediüzzaman’ın “Şeytandan Allah’a sığındığım gibi ondan da sığınırım” dediği müfrit, fanatik, tahripkâr siyaset anlayışının tipik örneği.
Partiyi din gibi gören çok yanlış bir zihniyet.
SP-HAS Parti ayrışmasında da, “Dikkat edin, ahiretiniz yanmasın!” sözleri edilmemiş miydi?
Tayyip Erdoğan başta olmak üzere AKP ileri gelenleri millî görüş kadroları içindeyken bu zihniyeti eleştirip, “Parti eşittir din anlayışına hayır” demeye başlamış ve bugünlere öyle gelmişlerdi.
Ama anlaşılan, onlardaki bu değişim tabana yeterince mal olmamış ki, Erol Erdoğan’ın anlattığı türden fanatizm örnekleri hâlâ görülebiliyor.
Tabiî, onun aktardığı bu ölçüsüz tavrı AKP tabanının tümüne genellememek lâzım. Onların içinde de farklı siyasî tercihlere saygılı ve medenî bir yaklaşımın hakim olduğunu, o türden öfkelî ve fevrî tepkiler gösterenlerin çok küçük ve marjinal bir kesimle sınırlı kaldığını düşünüyoruz. Daha doğrusu, öyle olduğunu umuyoruz.
Her camiada böylesi fanatikler bulunabilir.
Asıl olan, bunları olabildiğince tecrit ve marjinalize ederek, çoğu zaman provokatif nitelikteki tavır ve tepkilerinin genel atmosferi bozup sabote etmesine ve zehirlemesine fırsat vermemek.
Bütün siyasî görüşler için geçerli olan bu gereklilik özellikle iktidar konumundaki partinin taraftarları ve tabanı açısından çok daha önemli.
Bilhassa onlar daha olgun ve kucaklayıcı bir yaklaşım içinde olmalı ki, “sivil dikta” iddialarına da dayanak teşkil eden bir atmosfer oluşmasın.
Bu itibarla, iktidar partisinde onun adına “terör estiren” birileri varsa, bunun çaresini bulup tedbirini almak, herkesten önce AKP’nin görevi.
Başbakan, yeri geldikçe hatırlatılıp atıf yapılan balkon konuşmasında, “Bize oy versin veya vermesin, herkesin hükümetiyiz” dememiş miydi?
O zaman, tabandaki “Herkes AKP’li olmak zorunda, olmayan haindir, hattâ cehennemliktir” diyen “kraldan fazla kralcılar”a ne oluyor?
Nitekim her seçim döneminde olduğu gibi, 12 Haziran öncesinde de böyleleri yine iş başında.
Seçim yarışının farklı tercihlere saygı zemininde, insanî, ahlâkî ve medenî bir üslûpla cereyan edebilmesi için, bilhassa işi dinle irtibatlandıran bu tür provokatif tavır ve söylemlere asla itibar edilmemesi ve prim verilmemesi lâzım.
Bu noktada özellikle nazarlarda tutulup hiçbir zaman hatırdan çıkarılmaması gereken en temel ve önemli ölçü: Herkesin ortak değeri olan din, kimsenin tekeline alınamaz. Hele siyaset arenasındaki mücadelenin aracı olarak kullanılamaz.
Herkesin bir siyasî kanaat ve tercihi olabilir.
Ama kimsenin, bunu din gibi telâkkî edip, farklı siyasî tercihte bulunanları cehennemlik ilân etme hak ve yetkisi olamaz. Ve böyle bir fanatizm, sahibine hem bu dünyada da, ahirette de altından kalkamayacağı çok ağır bir vebal ve sorumluluk yükler, hem de çok gereksiz sürtüşme ve gerginliklere yol açarak, toplumda olması gereken barış ve huzur atmosferini tahrip eder.
Bu itibarla, bilhassa dindarların siyasî görüş ve tercihlerini fanatik bir tarafgirlik veya karşıtlık boyutuna taşımaktan kaçınıp, İslâm ahlâkının gerektirdiği nezaket, nezahet, olgunluk ve itidal içinde, aralarındaki kardeşlik hukukunu da gözeten bir hassasiyet içinde olmaları çok önemli.
“Ahireti yakacak” olan şeyler sıralamasında, bu hukuku çiğneyerek yapılan kul hakkı ihlâlleri, farklı parti tercihlerinden çok önce gelmiyor mu?