Seçim, geçim ve İslam dünyası
Bugün normal olarak seçim sonuçları ile ilgili bir yazı yazmam gerekiyor. Çünkü, ülkemizin en önemli olayı dün yapılan seçimlerdir. İnsanımızın ülkeyi kimlerin yönetmesini istediğine dair iradesinin sandığa intikal ettiği bir gün. Gazetemiz elinize ulaştığında seçim sonuçları kesine yakın bir şekilde belli olmuştur. Bizim daha sandıklar açılmaya başlamadan yazımızı yazmak ve gazeteye göndermek zorunda oluşumuz sebebiyle seçim sonuçlarıyla ilgili yazacağımız bir yazı sonuçlardan çok temennilerimi dile getirmek anlamına gelecekti. Temennimiz ile realite elbette çelişebilir. Böyle bir çelişkiye düşmemek için seçim sonuçları ile ilgili yorumumu bir gün erteleyerek bugün genel konulara temas etmek istiyorum.
Dilerim ortaya çıkan seçim sonuçları ülkemizin geleceği açısından hayırlı sonuçlar verir. Özellikle insanımızın büyük bir bölümünün geçim sıkıntısının sona ermesinin ilk adımını oluşturur. Herne olursa olsun elbette millet iradesi nasıl tecelli etmiş olursa olsun mevcut sistem içinde söylenecek fazla bir söz yoktur Çünkü, her toplum layık olduğu şekilde yönetilir. Bugüne kadar bu hükmün tersi gerçekleşmiş değildir. Egemenlik millete ait olacaksa millet iradesinin nasıl tecelli ettiği üzerinde tartışmanın, bizim gibi düşünmeyenleri sürü ilan etmenin mantığı olamaz. Gerçekten birilerine oy vermeyenler o kesim tarafından sürü kabul ediliyorlarsa söz konusu kesimin aslında seçime girmesinin sağlıklı bir mantığı da olamaz.
Ancak, millet iradesinin gerçek anlamda tecelli etmesinin ne ölçüde mümkün olduğunun tartışılması, üzerinde durulması mümkündür. Çünkü, bu seçimde partilerin eşit şartlarda yürüttüğü bir kampanyanın arkasından gerçekleşmiş değildir. Parası olanlar medyayı, sokakları ve meydanları işgal etmişler, parası olmayanlar ise çok kısıtlı imkanlarla fikirlerini topluma duyurmaya ve taraftar toplamaya çalışmışlardır. Denebilir ki bin metrelik bir koşuya katılanların bir kısmı 800 metreden, bir kısmı 500 metreden önemli bir kısmı da sıfırdan başlamış ve ipi göğüslemeye çalışmışlardır. Böyle bir yarışın demokratik olup olmadığı ayrı bir konu olmakla birlikte adil değildir. Adil olmayan bir yarıştan da millet iradesinin sağlıklı bir şekilde ortaya çıktığını söylemek mümkün olmaz. Buna rağmen şöyle ya da böyle millet iradesi tecelli etmiştir. Bundan sonra yapılacak iş ileriye bakmak, tecelli eden sonuca göre bir takım tahmin ve temennilerde bulunmaktır. Bu arada biz medya mensuplarına düşen ise ülke yönetimde görülen aksaklıklara dikkat çekmek, uyarıcı olma görevimizi yerine getirmektir. Gerçi iktidar sahipleri genellikle uyarılmaya karşı tepkilidirler, uyarılmaktan çok alkışlanmayı isterler, uyaranlara kızarlar ama medyanın asli görevi budur.
Olaya bu noktadan bakınca İslam dünyasında sürüp gelen çatışmalar konusunda bir şeyler söylemek istiyorum.
Libya, Suriye ve Yemen'de devam eden savaş bu ülkelerde ciddi tahribata ve katliama sebep olmaktadır. Elbette olay her ülkenin iç meselesidir. Dışarıdan gazel okumanın fazlaca bir anlamı yoktur. Ama, gerçekten Tunus'ta başlayıp Mısır, Libya, Bahreyn,Yemen ve Suriye'de devam eden olaylar insanı derinden üzen bir noktaya gelmiştir.Yaşananları bir iç savaş olarak nitelendirmek yanlış olmaz. Ancak, olayların sadece söz konusu ülkelerdeki iktidar ile muhalefet arasındaki çatışmadan ibaret olmadığını hepsinin de birer dış ayağının olduğunu bilenler için söz konusu ülkelerdeki çatışmaları sadece o ülkelerdeki özgürlük mücadelesi olarak nitelendirmek eksik olur. Çünkü, şu anda çatışmaların devam ettiği Libya, Yemen ve Suriye'de muhalif güçlerin elindeki silahlar çakar almaz tüfeklerden ibaret değildir. Eğer muhalifler pusu kurarak silahlı 120 polisi öldürebiliyorsa olayın arkasındakileri iyi okumak gerekir. Libya'da yaşananlar ise doğrudan doğruya NATO güçleri ile Kaddafi güçleri arasındadır. Yemen'de Başkanlık Sarayı'nın füze ile vurulduğu bunun sonucu olarak Yemen Devlet Başkanı ile yardımcılarının ağır yaralandığını da düşündüğümüzde söz konusu ülkelerdeki çatışmaları da muhalif güçlerin yönetime karşı harekete geçerek daha fazla özgürlük isteğini dile getirdikleri gösteriler olarak ilan etmek mümkün olmaz.
Bu noktada cevabının bulunması gereken bir takım sorular var. Söz gelimi herne sebeple olarsa olsun bazı ülkelerde yaşanan muhalefet ile iktidar arasında ortaya çıkan çatışmalarda söz konusu ülke yöneticilerine biran evvel ülkenizi terk edin deme hakları var mıdır? İleride benzer muhalif hareketler ülkemizde ortaya çıkacak olursa bazı ülkeler ülkemiz yöneticilerine biran evvel iktidarı bırakıp çekip gitmelerini söylemeleri söz konusu olursa bunun hazmı mümkün olabilir mi? Kısacası bazı sömürgeci ülkelerin dünya üzerindeki yönetimleri kendi arzularına göre belirleme hak ve yetkilerinin varlığını kabul etmenin sakıncaları yok mudur?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.