Korkulara esir olmak
Bu memlekette bir sağ-sol çatışmasının bilinçli olarak beslendiğine bu köşede çeşitli kereler temas ettim. Bunun sonucu olarak CHP'nin korkuttuğu seçmen sağ kitle partilerine, sağ kitle partilerinin korkuttuğu seçmen ise CHP'de kümelenmiştir. Bu kümelenme CHP açısından hiç değişmemiş ama sağdaki kitle partileri zaman içinde isim ve kadro değişikliğine uğramıştır. Sosyolog Abdurrahman Aslan'ın ifadesiyle, "CHP Türkiye'de kurucu ideolojiyi temsil ediyor. Yaşama şansı yoktur. Belki değişecektir, o zaman da ona klasik anlamda CHP demek mümkün değildir. CHP'nin işi bitmiştir. Onu tamir etmek mümkün değildir." Şahsen CHP'nin işinin tam olarak bittiğini düşünmüyorum. Bu ülkede siyaseti bir takım korkular belirlemeye devam ettiği sürece CHP bitmez. Bu noktada bir anımı bir hanımın ve onun şahsında ülkemizde bir kitlenin korkusunu ifade eden bir nitelendirmesini aktarmak istiyorum. Beni pek tanımayan ancak kendine göre hakkımda bazı düşünceleri olabilen bir hanım önce seçim sonuçlarını nasıl değerlendirdiğimi sordu. Ancak, benim cevabımı beklemeden ve hiç ara vermeden AK Parti'nin seçimlerde elde ettiği sonucu ülkemiz açısından kapımızı çalan tehlikenin hangi boyutlara gelmiş olduğu şeklinde değerlendirdi. Bu noktada da durmadı, "Geçtiğimiz günlerde bir iş için Ankara'ya gelmiştim. Gördüğüm manzara dehşet vericiydi. Sokaklar başörtülülere dolmuş" diyerek yaşadığı korkuyu dile getiriyordu. Toplumda belli kesimlerce böyle bir korkunun oluşturulduğunu bildiğim, bu tür yorumlarla sıkça karşılaştığım için doğrusu şaşırmadım. Bir sonuç alamayacağımı bile bile düşüncelerimi aktarmaya çalıştım. O günün sabahı da gazeteleri okurken Haber Türk Gazetesi'nde Pakize Suda'nın yazısının başlığı dikkatimi çekmiş belki sonra değerlendiririm diye bir kenara ayırmıştım. Hemen çantamdan çıkartarak yazının başlığını kendisine okudum. Sayın Suda'nın yazısının başlığı "CHP: AK Parti'den korkanlar Derneği" şeklindeydi. Sözünü ettiğim hanımın değerlendirmesi ile başlık tam olarak örtüşüyordu. Diyebiliriz ki Sayın Suda toplumun bir kesiminin sanal korkularına tercüman olmuştu. Sanal diyorum çünkü, olmayan bir tehlike varmış gibi sürekli olarak köpürtülüyor. Ne yazık ki bu köpürtmeyi toplumun belli kesimi de özümsüyor. Elbette olayın psikolojik ve sosyolojik boyutları var. İşin bu boyutu ayrı olarak incelemeye değer. Ancak, olayın sadece CHP etrafında toplananların korkusundan ibaret olmadığını, aynı durumun AK Parti'nin aldığı seçim sonuçlarını değerlendirirken de dikkate alınması gerekir. Çünkü son seçimlerde CHP'den korkanlar AK Parti'de, AK Parti'den korkanlar ise CHP'de toplanmıştı. Kısacası diyebiliriz ki geçmiş seçimler olduğu gibi bu defa da seçim sonuçlarını korkular belirlemiştir.
CHP'nin geçmişten gelen sicili bu partiye karşı toplumun önemli kesiminde tepki oluşturmuş ve bu tepki nesilden nesile intikal etmiştir. Elbette CHP'ye karşı duyulan tepki sadece geçmişteki bir takım uygulamaları ile sınırlı değildir. CHP nedense vesayetçi statükonun temsilcisi olmuş, halk iradesine fazlaca önem vermemiştir. Sürekli olarak topluma değiştirilmesi, aydınlatılması gereken bir kitle olarak bakmıştır. Bir bakıma topluma rağmen toplum için uygulamalarının takipçisi olmuştur. Bu ise toplumun çok önemli bir kesimini her seçim döneminde CHP'nin karşısında yer alan ya da aldığını ileri süren sağ kitle partilerinde toplanmaya itmiştir. Buna CHP yönetimlerinin uyguladığı politikalar katkı yapmış, bu korkuyu hep canlı tutmuştur. Sonuç olarak CHP'nin karşısındaki partiler gerici, çağ dışı olarak eleştirilmiş bu söylemlerle toplumdan oy istenmiş, böyle olunca ister istemez kamplaşma canlı kalmıştır. Toplumun bir kesimi CHP gelmesin de ne olursa olsun derken bir diğer kesimde CHP dışında kalan partilerin kendilerini toplumun dışına iteceği, yaşamlarına müdahale edileceği gibi bir duyguya kapılmışlardır. Bu duyguyu bazıları saf bir şekilde taşırken bazıları da inanç ve düşünce yapılarının bir sonucu olarak kapılmışlardır. Toplumun hakim inancı ile çatışan kesimler inançlı insanları hem toplum hem de kendileri için bir tehlike olarak algılamışlardır. Neticede farklılıklara tahammülsüzlük topluma hakim olmuş, insanlar kendileri gibi düşünmeyen ve inanmayanları zavallı yaratıklar olarak görmeye başlamışlardır. Bugün gelinen noktada diyebiliriz ki toplumu korkularından kurtarmadan ortak bir noktada buluşmak mümkün olmayacaktır. Çünkü farklıklara tahammülün ilk şartı korkulardan kurtulmaktır. Aksi halde bir takım kimseler sokaklardaki başörtülü insanlara öfkeyle yaklaşacak, buna karşılık kendisine öfke ile yaklaşan ve dışlayan kesime karşı öfke duyacaktır. Hiç kimse çıkıp herkes benim gibi olacak deme hakkına sahip değildir. Özellikle de demokrasilerde böyle bir mantık geçerli olamaz. Bir yandan demokrasi denip öbür yandan toplumun tümünü aynı boya ile boyama gayreti çaresi olmayan bir çelişkiyi gösterir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.