27 Mayıs 1960: Okumuşlar bu millete demokrasiyi çok gördü
27 Mayıs 1960 bu ülkede çok partili hayata geçtikten sonra yaşanan halkın seçtiklerinin oluşturduğu iktidara karşı ilk darbedir. Ne yazık ki bu darbe alışkanlık yapmış kendilerini bu ülkeyi halkın seçtiklerine karşı korumakla (!) görevli addedenler periyodik bir şekilde siyasi hayata doğrudan ya da dolaylı müdahalelerini sürdürmüşlerdir. Bu bakımdan çok partili hayat içinde 27 Mayıs 1960 darbesi bir dönüm noktası, siyasi hayatta siyaset dışı kişi ve kurumların yerlerini aldıkları tarihtir.
Günümüzde birtakım yargı mensuplarının, öğretim üyelerinin seçimle işbaşına gelmiş olan iktidara karşı birtakım muhtıralar yayınlamaları, eleştirinin ötesinde AKP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi üzerinde baskı oluşturma girişimleri bizim gibi darbeler dönemini yaşamışlara sürpriz değildir. Bu ülkede demokrasiye geçiş sürecinde destek veren okumuş çevreler sonradan bundan pişman olmuşladır. çünkü, demokrasi içinde kendilerinin belirleyici etkileri giderek gücünü yitirmiş, halk isteklerinde ısrarcı olmuştur. Diyebiliriz ki, darbelerle halkın isteklerine set çekilmek istenmiş olmasına karşılık, darbeler karşısında halk sessiz kalmış ama kısa süre sonra yine kendisine benzeyen siyasi kadroları iş başına getirmiştir. Bu ise darbecileri ve destekçilerini yeni arayışlara itmiştir.
27 Mayıs 1960 darbesi öncesi ve sonrası yaşananlar, darbenin destekçileri hatırlandığında aradan geçen 48 yıl içinde ciddi bir değişiklik olmamış, kendilerini aydın sayan bazı çevreler Anadolu insanının seçtiği kadrolara tahammül gösterememiştir. Bu bakımdan diyebiliriz ki, 27 Mayıs 1960 darbesi okumuşların bu millete demokrasiyi çok gördüklerini gösteren bir mihenk taşıdır.
Darbe öncesi orduyu göreve çağıranlar darbenin ardından darbecileri “çok yaşa” çığlıkları ile karşılayanlar, devirdikleri siyasi kadrolara yandaş olarak gördüklerine acımasızca saldıranlar, adeta onları bu memleketten söküp atmak gerektiğine inananlar ile bugün birtakım gerekçelere sığınarak kendileri gibi düşünmeyenleri suçlayanlar arasında benzerliğin ötesinde bir örtüşme vardır. Bu bakımdan diyebiliriz ki kitleler demokrasiyi içlerine sindirmiş, bu alanda zaman içinde ciddi gelişmeler gösterebilmiş olmasına karşılık kendilerini; okumuş, aydın ya da elit olarak tanımlayanlar bir arpa boyu mesafe alabilmiş değiller. Yaşadıklarımız bunu gösteriyor.
Elbette 27 Mayıs 1960 darbesinin yıldönümünde o günlerde Demokrat Parti’ye sempati duyanların yaşadığı üzüntü ve acıyı hatırlamamak mümkün olmaz. Ben 18 yaşındaydım ama özellikle dedemin yaşadığı acıyı çok iyi hatırlıyorum. Dedemin Demokrat Parti’nin bir beklentisi olmamıştı. Sadece CHP döneminde yaşadıkları sebebiyle Demokrat Parti taraftarı olmuş, ilçemizde Demokrat Parti’yi kurmuştu. Ama, uzun süre devam eden Yassıada Mahkemeleri, Demokrat Parti yöneticilerinin maruz kaldığı muamele dedemi çok üzmüştü ama o mahkemelerde görev alan yargıçları yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı gibi karamlar hiç mi hiç ilgilendirmemişti. Bugün yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığını dillerinden düşürmeyenlerin o günler böyle bir meseleleri yoktu.
Duruşmalar sonunda gerçekleştirilen idamların yüreklerde açtığı yaralar hala tazeliğini korurken bu idamlara imza atan hakimlerin sorumluluğu yok muydu? Sorumlu olan sadece Milli Birlik Komitesi miydi? “Biz öyle karar verdik ama Milli Birlik Komitesi bu kararı bozabilirdi” demek hakimlerin sorumluluğunu ortadan kaldırır mı?
27 Mayıs 1960 darbesinin yıl dönümünde Adaletin mülkün temeli olabilmesinin yargıçların gerçek anlamda bağımsız ve tarafsız olabilmesi ile mümkün olabileceğini hatırlamak gerekiyor. İdeolojilerinin esiri olmayan, güç karşısında eğilmeyen yargıçlar elbette mülkün temeli olan yargıyı inşa edebilirler.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.