Sırtımızdaki ağırlıklar
Tek parti dönemlerinde halkın jandarma zulmünden ne kadar bizar olduğunun hikâyelerini o dönemleri yaşayanlardan çok dinlemiştik.
Çocuk kalbimize en çok dokunan hikâyelerden biri, küçük bir köylü çocuğun yaşadıklarıydı. Çocukla babası günü birliğine şehre (Erzurum) inmişler. Şehirdeki işlerini bitirince babası küçük oğluna kahvede çay içirmek istemiş. O sırada içeriye jandarmalar girmiş ve yandaki masaya oturmuşlar. Yanlış anlamayın, jandarmalar bir şey yapmamışlar. Onlar da çay içmek için oturmuşlar. Fakat Ankara’nın, jandarma eliyle çektirdiği eziyetlerden dolayı halkın zihninde jandarma, zulümle eş anlamlı olarak yer etmiş. Çekilen çileler, yerin kulağı vardır korkusuyla aile içerisinde kısık sesle fısır fısır anlatılırmış. Tabii öyle bir ortamda çocukların hâlini düşünün. Korku salanlar, onların masum dünyalarında canavara dönüşür.
Neyse biz hikâyemize dönelim. Çocuk ve babası akşam köye (o zaman ki adı Kevahor) dönmüşler. Büyük halam yazları köyde otururmuş. Çocuk doğru halamın yanına koşturmuş. “Paşa Abla, Paşa Abla” diye heyecanla seslenmiş (paşa tabiri Erzurum’da bir zamanlar saygınlık ifadesi olarak kullanılırdı). Ellerini kollarını hareket ettirerek heyecanla kahvehaneye gittiklerini, jandarmaların da aynı kahveye geldiklerini, hemen yanlarındaki masaya oturduklarını anlatmaya başlamış. Döne döne, “Vallah Paşa Abla, candarma bah bele tam yanıma oturdi, heç gorhmadım (korkmadım), Paşa Abla bilirsen heç gorhmadım” diyormuş.
Korkmadım derken aslında ne kadar çok korktuğunu anlatan küçücük yüreğin yaraları yazılmadı ve dahi buna benzer yaşanmış pek çok hikâye de yazılmadı. Ama hafızalardan da silinmedi. O yüzden Cumhuriyet Halk Partisi’nin siyasette ben de varım diyebilmesi için zımnen de olsa önce geçmişinin affını dilemesi lazım.
Meşhur darbımeseldir; “Bir deli bir kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış”. Birilerinin düşünmeden sorumsuzca yaptığı işlerin yükü başkalarının sırtına biniyor ne yazık ki. Aile içinde, iş yerlerinde, okullarda, hasılı toplumun her kesiminde artısı eksisi düşünülmeden, ileriyi görmeden verilen kararların ve uygulamaların sebep olduğu zararları telafi etmek bazen ömürler tüketiyor. Hele de bu kararlarla uygulamalar ülke adına veriliyor ve yapılıyorsa.
Günümüzde millet olarak sırtımızda taşıdığımız pek çok yük İttihatçıların ve onların kafadaş mirasçılarının sorumsuzca başımıza açtıkları dertlerden kaynaklanıyor. Ermeni meselesi, Kürt meselesi, Azınlıklar meselesi, Varlık Vergisi meselesi... Sayfaların ucunu kaldırdığınızda altından ya İttihatçılar çıkar, ya Millî Şef zihniyeti. Ama faturası millete kesilir. Bu meseleleri kullananların da asıl maksadı zaten çözüm değil milleti dövmektir. Yapıcılık, insan sorumluğunun ne demek olduğunu idrak eden vicdan sahiplerine mahsus bir özellik.
Sadece bizde değil bütün dünyada da böyle. Meselâ sıcak gündemi oluşturan İsrail meselesi öyle değil mi? Dar kafalı, faşist İsrailli yöneticilerin sorumsuzluğunun yükünü hem kendi milletleri hem Ortadoğu, hem Arap ülkeleri dolayısıyla bütün dünya sırtlanmak zorunda kalıyor. Hırsları, adamlara kendi menfaatlerinin bile aleyhinde olacak işler yaptırıyor. Gözleri öylesine kör, kalpleri öylesine mühürlü.
Diğer yandan kör zihniyetin kör şak şakçıları onların yanlışlarını görmelerini büsbütün engelliyorlar. Gerçi arz talep meselesi. Hakkı ve sabrı tavsiye edenlerle yola çıkmayanlar, çıkmak istemeyenler hırslarını azdıranlarla birlikte olmayı tercih ederler. Ama tarih, eninde sonunda sorumsuzların ismini kara listesine dahil ediyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.